Einstein, “bir insana, haklı
olduğunu anlatmak sanılandan zordur” der.
7 Haziran seçimlerinin üzerinden tam iki hafta geçti. Seçmenin onca
baskıya, onca seçim rüşvetine karşın başkanlık sistemini reddedip
parlamenter sistemi tercih etmesi, demokrasimiz açısından çok
önemli bir adımdır.
Bunun önemi zamanla çok daha iyi anlaşılacak.
Avrupa da dahil olmak üzere, dünyada seçimle işbaşına gelip
diktatörlüğe heveslenen çok lider olmuştur. Bu dönemler sağlıklı
bir şekilde, yani sandık tercihi ile noktalanmamıştır. O liderler
ülkelerinin başına büyük belalar açarak tarih sahnesinden
silinmiştir.
Türkiye’de de böyle bir yolun tam başına gelinmişti. Aslında
köprüden önceki son çıkış da bitmişti. Köprü de geçilmişti. Ancak
seçmen köprüden hemen sonra devamına izin vermedi. “Hayır” dedi,
“seni yüzde 52 ile cumhurbaşkanı seçtik, başkan gibi
davranmaya başladın. Şimdiden bunu yaparsan, kafandakini
yaşama geçirdiğinde vay halimize” dedi.
Böylece Erdoğan’ı yüzde 52’den yüzde 40’a indirip anayasal
sınırlarını anımsattı.
***
7 Haziran seçimleri sıradan bir parlamento yenileme seçimi
değildi. Bir yandaErdoğan’ın partisi ve öteki
partiler yarışıyordu, bir yanda Erdoğan devleti eline almış partisi
için oy istiyordu.
Buna futbol maçında hakemin takımlardan birini tutmasından öte,
ayağına top geldikçe rakip takımın kalesine gol atması
denir.
Valiler, Erdoğan’ın il başkanı gibi çalıştı.
Kaymakamlar, ilçelerdeki özel temsilcisi olarak görev
yaptı.
Hiçbir partiye verilmeyen merkez meydanlar ona özel
açıldı.
Bütçeyi istediği gibi kullandığı yetmiyormuş gibi, örtülü ödeneğe
ayrı bir hortum taktı, nereye ne kadar verdiği belli
değil.