Hafta içinde sessiz sedasız, sanki sıradan icraat gibi bir haber
yapıldı. Cep telefonlarından alınan verginin oranını belirleme
yetkisinin AKP Genel Başkanı, Cumhurbaşkanı
Erdoğan’a verildiğine ilişkin yasa önerisi torba
içinde Meclis’e sunuldu.
Bu satırları okuyanların büyük çoğunluğu diyecektir ki: “Ne var
bunda? Memlekette neyi o belirlemiyor ki! Elbette vergi koymayı,
vergi indirmeyi de o belirleyecek...”
Oysa demokrasinin, parlamenter sistemin kökeninde iki şey
vardır:
Vergi ve bütçe.
13. yüzyılın başında İngiliz halkı kralın iki şeyinden
bıkmıştı:
İstediği gibi vergi koymak... Topladığı vergileri har vurup harman
savurmak!
Sonunda kralın karşısına dikildiler. Kral, “İstediğimi yaparım, siz
karışamazsınız” dedi. Bu çatışmadan 1215’te Magna Carta Libertatum
(Büyük Özgürlükler Sözleşmesi) doğdu.
Buna göre kralın koyduğu vergiyi ve bunu nereye harcadığına dair
bütçeyi denetleyen bu yapı oluştu. Bu yapı parlamentoya
dönüştü.
*** Magna Carta’dan 804 yıl sonra
Türkiye, o dönemin de gerisine giden bir yönetim anlayışına
sürüklenmiş durumda. 2017’deki anayasa değişikliği referandumu
tartışılırken en önemli değişikliğin bütçe yapma yetkisi olduğunu
vurgulamıştık.
Cumhuriyet tarihinde ilk kez bütçe yapma hakkı Meclis’ten alınıyor,
cumhurbaşkanına veriliyordu. Meclis sadece yapılan bütçeyi onaylama
yeri haline geliyordu. Bütçede bir kuruşluk oynama bile
yapamıyordu.
Bu madde 2019 bütçesinde uygulandı. Bütçe görüşmeleri gerçek
zemininden kaydı. Rutin bir süreci tamamlamaya dönüştü.