Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Başkan Yardımcılığı’na
seçilen Işıl Karakaş, Türkiye’nin mahkeme
katındaki görünümüne değinirken şu saptamayı yapıyor:
“İşkence yapan ülke imajının yerini, basın ve ifade özgürlüğü
korunmayan ülke imajı aldı.”
Türkiye’nin AKP iktidarı döneminde geldiğini noktayı özetleyen
gerçeklerden biri budur. İlk bakışta, bardağın bir kısmının dolu
olduğu söylenebilir, “en azından işkence yapan ülke imajımızı
silmişiz” denebilir. Ancak bu gerçekçi değil. Tam tersine daha
vahim bir tabloyu gözler önüne seriyor.
Keyfi uygulamaları ayırırsak; işkence çoğunlukla, kişiyi suçu
işlediğini kabul ettirmeye yöneliktir. Bugün böyle bir zorunluluk
yok!
Neden mi?
Artık savcılar kişiyi suçlamak için suçu kabul edip etmediğine
bakmıyorlar. “Biz suçu işlediğini iddia edelim, o mahkemede
işlemediğini kanıtlasın” diyorlar.
Bu, hukuk biliminin yüzlerce yıllık birikimini yok sayan bir
uygulama. Zira, iddia makamının yani savcının ana işlevi, kişinin
suçu işlediğini kanıtlamaktır. Türkiye’de tam tersi,
savcı “işledin” deyip, “işlemediğini
kanıtla” diyor.
***
Yukarıda aktardığımız gerçek, Türkiye’de hukuk güvenliğinin kalmadığını ortaya koymaktadır.