“Hükümetten kimseye ulaşamıyoruz. Ulaşabildiklerimiz, biz bilmeyiz, reis bilir deyip işin içinden çıkıyor. Siz halden anlarsınız, bir şey yapın...”
Son telefonunda ise şöyle diyordu:
“Her şey çok güzel oldu. Devamı da gelecek. Hele biraz rahatlasın, gideceğim İstanbul’a, dayanacağım İmamoğlu’nun kapısına. Anlatacağım durumu; çıkar artık şu çocuğu hapisten, diyeceğim. Olacak bu, olacak. Sonrasında işe koyması zaten kolay...”
Araya girmeyi denedim:
“İmamoğlu’ndan biz de çok umutluyuz... Çok şey yapacak, ama oğlunuzun hapisten çıkması onun işi değ...”
Kesti sözümü:
“Olur mu öyle şey... İmamoğlu yapar... O bizi anladı... Sizce de öyle değil mi?”
Annenin kurduğu umut kulesini yıkmaya içim elvermedi.