İkinci Dünya Savaşı’nı en çarpıcı anlatan filmlerden biri olan
Hayat Güzeldir’i izleyip etkilenmeyen sanırım yoktur.
En kötü koşullarda bile yaşama tutunacak dal arayan ve bulan bir
direnç. İnsan zaten aradığını bulur. Yeter ki ne aradığını
bilsin.
Bugünlerde Ankara elbette Hayat Güzeldir filmini aratacak bir savaş
ortamında değil. Ancak umut arayışı en az oradaki kadar
elzem.
Oysa gerçek şu ki, bir süredir bu sütunda vurguladığımız gibi bugün
Türkiye 6 Haziran’dan daha iyi durumda.
Geçen gün yolda karşılaştığım bir tarih öğretmeni canının çok
sıkkın olduğunu söyleyip saydırmaya başladı:
“Başımı yastığa koyamıyorum. Ne oldu bizim verdiğimiz
oylara... Hâlâ bunlar başta olacaksa bizim çabamızın
ne anlamı kaldı... Ola ki bir daha seçim diyecekolursanız ne
yapacağımı bilmiyorum...”
Sözünü nezaketle kesip sordum:
“7 Haziran akşamı ne hissettiniz?”
“O gece sırtımdan büyük bir yük kalkmış, kamburum inmiş gibi
olmuştu” dedi.
“Hah işte” dedim, “o senin başarındı unutma...”
***
Öğretmen karamsarlıkta kararlıydı. Meclis Başkanlığı’ndan
başladı, AKP’nin tek başına iktidarı devam edecekmiş gibi
arttırdığı atamalarla devam etti... Sözünü de şöyle
bağladı:
“Recep zamana oynuyor, oyalıyor. 300’ü
geçeceğini hissettiği bir anda seçim deyip daha vahşi
gelecekler...”
Böyle olasılık yoktur demek mümkün değil. Ancak Türkiye böyle bir
olasılığa mahkûm da değil...
AKP iktidarına karşı olan kesimlerde bu bakış baskın...
Yarından tezi yok, bu karamsarlığı aşmak, üstümüze çökmeye niyetli
kara bulutları kovmak gerekiyor.
Türkiye 13 yıldır AKP dayatmalarının kıskacında olduğu için bugünkü
ortamı ister istemez yadırgıyor. Belirsizlik endişesine kapılıyor.
Durumun daha da kötüye gideceğinden endişe ediyor. Bir an kendisine
dönüp, acaba yanlış mı yaptım diye düşünüyor.