Kültür merkezini duruşma salonuna çevirmişler. Giriş iki halkadan oluşuyor. Birinci halka polislerle örülü. Binanın girişini, çevresini etten bir duvar gibi örmüşler. İç içe geçmiş halkalar halindeler. İkinci halkada duruşmayı izlemek için gelmiş aileler, parti temsilcileri, aktivistler, sendikacılar var.
3 arama, 4 güvenlik kontrolünden sonra salona giriliyor.
13 Mayıs 2014’te işlenen iş cinayetinde yaşamını yitirenlerin sadece birinci derecede yakını olanlar içeri alınıyor. Bir kadın haykırıyor:
“Derece merece soruyorlar. Ben ne anlarım dereceden...”
Bir başka kadın üst araması uzayınca herkesin duyacağı hiddetle haykırıyor:
“Biz hırsız mıyız?”
Az önündeki geri dönüp karşılık veriyor:
“Hırsız olsak itibarımız olurdu...”
***
Salonun içi ölüm sessizliği ile patlamaya hazır volkan gerilimi arasında. Bir anne çocuğunun altını temizleme telaşında dışarı çıkıyordu. Hemen yanında bebeğini yenice susturmanın huzurundaki bir anne vardı. Ayaküstü konuştuk. Adı Huma. Eşi madende öldüğünde 5 aylık hamileymiş. Doğumdan sonra ne ad verelim diye düşünmüşler, Şüheda olsun demişler. Yani Şehitler...
Kınık’tan tanıdığım bir şehit babası kolumdan çekip kulağıma fısıldadı:
“Şimdi şu heyetin karşısına geçip avazım çıktığı kadar bağırmak, vahşi kapitalizmin koruyucuları demek istiyorum... Cezası ne olur?”