Cemal Süreya diyor ya, “Sonbahar sanattır, ötekiler mevsim”... Bu sanatın en iyi icra edildiği yerlerden biri başkent Ankara’dır. Ankara’daki yabancı ülkelerin diplomatları, tayinleri sonbaharda çıkınca söylenirler: “Şimdi Ankara terk edilmez ki!”
Ağustos sonunda başlar Ankara’da sonbahar sergileri, konserleri... Aralık başına dek devam eder.
Sonbaharın seyri doyumsuz, insanı duygular denizinde yüzdüren bir yaprak saati vardır. Dostluk kurduğunuz ağaçlarla her buluşmanızda zamanın ilerlediğini yapraklardan fark edersiniz. Eylül, ekimde daldaki yapraklar yerdekinden fazladır. Ekim sonundan itibaren yerdekiler artar. Kum saatinin doğadaki sanatsal versiyonu... Yapraklardaki yeşilden sarıya geçiş de başka bir renk saatidir. En güzel anları sarıyla yeşilin eşite yakın hale gelişidir. O renge “sayeş” derim. Sayeşte yüzlerce son vardır. Bir renkten ötekine geçişin bu kadar tonu mu olur derken kapalı bir havada güneş açtığında yapraklardan yansır renklerin büyük ustası güneşin belirlediği yeni tonlar...
Yıllar yıllar önce... Kopan her yaprağın hemen dibinden ilkbaharda patlayacak tomurcukların pütürlerini görünce... Kendimi bir an, başına elma düşmüş Newton gibi hissetmiştim. O günlerden beri her sonbahar dostluk kurduğum ağaçların daldaki yaprak diplerine bakarım. Minicik tomurcuk, üzerini iyice örtmüş, kışın bütün soğuklarına dayanmaya hazır, ilkbahar yolculuğundadır.
Yapraklar bir bir dökülürken her biri geride bebeğini bırakır. Gördüğüm en iri tomurcuk kestanelerin. İki parmağınızın arasına alabileceğiniz irilikteki koyu kahverengi tomurcuğu ne kadar sıkarsanız sıkın etki etmez. O, mart ortasında mendil mendil açılıp serpileceği günlere hazırlanıyor.
Rüzgâr biraz sert eserse bir ağaç kümesinin karşısında durun seyreyleyin yaprak yağmurunu. Rüzgâr, dallar, yapraklar bir olur, bestesi güftesine karışan bir konser eşliğinde yağar. Ankara, kuşların Türkiye üzerindeki üç göç yolundan birinin üzerindedir. Kışlıklarına uçan kuşlar eşlik eder yapraklara bazen. Güneş yüzünü göstermese de sabah, onların sesiyle aydınlanır.