Ahlâk; donanım, duygu, düşünce ve eylem boyutlarıyla -bedenimizdeki kan gibi varlığını hissetmesek de- hayatımızın içinde her an etkin olan insanî gerçekliğimizdir. Ahlâkı insanlar bulmadı; o insanın doğal yapısında, -Kur’anî tabirle- ‘fıtrat’ında vardır. Devlet ve hukuk ise ahlâkî normların işlerliğini sağlamak üzere “sosyal mukavele” ile sonradan oluşmuştur. “Din nedir?” sorusundan önce de Aşkın Varlık inancı ile bu varlığa saygı gösterme (ibadet) hep vardı. “Varlık, bilgi, düşünme nedir?” sorusundan yani felsefeden önce de varlık, bilme ve düşünme hep vardı. “Sanat nedir?” sorusundan önce de insanda güzellik-çirkinlik şuuru hep vardı. İşte bunlar gibi “Ahlâk nedir?” sorgulamasından önce de ahlâk vardı. Ahlâkı da dini de felsefeyi de sanatı da inkâr edenler olmuştur. Yine de bu sayılanların hepsi birer insanlık gerçeğidir. Felsefî antropolojide insan denince sadece “konuşan, gülen, ölümlü varlık” anlaşılmaz.