Günümüzde İslam toplumları ağır bir ahlak sorunu yaşıyor. Ahlakın bozulması insanın bozulmasıdır. Öyleyse işe bu bozulmayı düzeltmekten başlamalıyız. Bunun için de önce bu hastalığın sebeplerini bulmalı, ‘hastanın hikâyesi’ni en baştan bilmeliyiz.
Diyebilirim ki tarihte Müslümanın başına gelen en büyük musibet, “dindar” kavramının içinden ahlâkî sorumluluğunun boşaltılmış olmasıdır. Başlangıçta böyle bir ayırım yokken, zamanla İslam kültüründe katı bir farz-fazilet, vacip-mendup ayırımı yapılarak farzlar/vacipler dondurulmuş, insan ilişkilerine dair birçok ahlâkî ödev, toplumsal yarara dair birçok sorumluluk farzdan/vacipten çıkarılıp fazilet/mendup içine alınmış, “Olursa iyi ama olmasa da olur” haline getirilmiştir. Bu suretle Müslümanların hayatında dindarlık neredeyse birkaç şeklî ibadete indirgenmiştir. Sonuçta din, zamanla her yerde lafı edilen ama ahlâkî tavırlarda lazım olduğunda ortalıkta görünmeyen, yaşanmaktan çok kullanılan bir araç haline geldi; bu yüzden ulemamız bile kimliksiz...