Değişim ve muhafazakârlık” başlıklı son yazımı -epeyce beğenenlerin yanında- eleştiriler de oldu. Biri sizi illa da eleştirecekse mesela “değişim” yerine “tekâmül” deseniz, “o başka alanın terimi” diye itiraz eder; “terakki” deseniz, “İttihatçı ağzı” der. Sanırım yazıyı önyargısız okuyanlar “değişim”, “muhafazakârlık” derken ne kastettiğimi apaçık anlamışladır. Hep söylediğim gibi, kültürümüzün yaşatmamız gereken nice değerleri yanında -her kültürde olduğu gibi- zamanın icaplarına göre gözden geçirmeye muhtaç sorunları da olacaktır. Mesela Müslüman toplumlar olarak bizim, her yeni fikir, bilgi ve tecrübeden sakınan, din ile en alakasız konuda bile “Din elden gidiyor!” telaşına kapılan, mevcudu sımsıkı muhafazaya eğilimli bir halet-i ruhiyemiz var. Hz. Peygamber, ümmetine “güzel çığır açma” (sünnet-i hasene) diye bir vizyon verdiği halde, ondan birkaç asır sonra, insanın akl-ı seliminin düşünüp bulduğu yenilikler, Müslüman toplumlarda çoğu zaman zararlı yenilik (bid‘at) sayılıp reddedilmiştir. Hatta tıkanmalarda ümmetin önünü açabilecek görüşlerin sahipleri, güya karşı deliller yakıştırılarak, “bid‘at ve dalalet ehli” deyip susturulmuştur. Modern dönemde İslâm dünyasının başına olmadık belalar açan Selefîlik böyle bir kadîm zihniyetin taşıyıcısıdır. Son yazımdan “kendi kültürümüze saygısızlık” anlamı çıkaranlar da olmuş.