Geçen haftaki yazımın son bölümünde Yunus’un “Dağlar ile taşlar ile / çağırayım Mevlâm seni” mısralarıyla başlayan şiirinden üç kıta sunmuş, oradan ilhamla şunları yazmıştım: “Kur’an kültüründen nasipsiz olan biri bu mısralardan hiçbir şey anlamaz; çünkü şiirdeki bütün mazmunlar Kur’an’dan alınmıştır. Medeniyetimizin altından Kur’an’ı ve Peygamberimizi çekersek bütün tarih üstümüze yıkılır. Çağdaş dünyanın en büyük talihsizliği, yalnız kendisinin kaba zevklerini ve çıkarlarını düşünen, bu amaçla canlı-cansız doğayı, bütün sistemi bozacak ölçüde sömüren ‘yeni bir canlı türü’nün eline düşmesidir. Onun için Yunus’un yukarıdaki mısralarının temsil ettiği, ilhamını Kur’an’dan alan ve sonu Yaratan ve yaratılan sevgisine varan kültürümüzün değerlerine ve onu üreten Kur’an’ı anlamaya çağımızın ihtiyacı var. ” *** Yüce Kur’an’ın –tarihsel şartlara göre ayrıntıda nelerden bahsederse etsin- nihayetinde tercih ve telkin ettiği dindarlık, sonu Yaratan ve yaratılan sevgisine varan, dolayısıyla “hukullah”a (Allah’ın haklarına) ve “hukuku âdemî”ye (insan haklarına) saygıyı öğreten dindarlıktır. Böyle bir saygıdan yoksun, sloganik, kaba, hoyrat ve saldırgan ‘dindarlık’ iddiaları Kur’an’ın gösterdiği nihai hedeften sapmadır. Kendi özümüzün ahlâkî gelişimini ihmal ettiğimizin ispatı olan böyle iddiaların arkasında, Kur’an değil, nefsin ve şeytanın telkin ettiği gizli-açık madde, itibar, siyaset, riyaset vs. dünya tutkularımız vardır. Hz. Peygamber “Yemin ederim ki ben, her gün yetmiş defadan fazla tövbe-istiğfar ederim” derken bu tutkulara karşı sürdürülmesi gereken iç hesaplaşma ve arınmayı kastetmişti.