-Diyanet İşleri Başkanlığı mevzuatında Başkanlığın temel görevleri şu şekilde sıralanır: “(1) İslâm dininin inançları, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, (2) din konusunda toplumu aydınlatmak, (3) ibadet yerlerini yönetmek”. On dört yıl bu kurumda görev yapmış biri olarak Başkanlık ve bağlı kurumlarının bu tanımda sıralanan birinci ve üçüncü görevlerinde önemli ölçüde başarılı olduğunu söyleyebilirim. “Din konusunda toplumu aydınlatmak” noktasında ise kurumun –büyük çabalar göstermesine rağmen- diğerlerindeki kadar başarılı olamadığı görülüyor. (Öyle olmasaydı sözde biri Kur’an’ı, diğeri hadisi savunurken Kur’an’ımızı da hadisimizi de –rahmetli Akif’in tabiriyle- maskaraya çeviren o zatlar bu kadar ilgi görür müydü?) Ancak kanaatimce bu sorun Diyanet’in yetersizliğinden çok, bu kuruma eleman yetiştiren İmam-Hatip Liselerinin ve İlâhiyat Fakültelerinin, bizim de içinde yaşamak zorunda olduğumuz bu çağın gerçekleriyle yüzleşen bir din eğitimi vermek yere, bugün karşılığı bulun1mayan bir zihniyet alanına hapsolmasından kaynaklanıyor. Yazılarımda sık sık belerttiğim gibi dünya dönüşürken; toplumların dünya görüşleri, sorunları ve talepleri değişirken din öğretimi alanların dinî-kültürel mirasımızı eskisi gibi anlamaları, yorumlamaları ve değerlendirmeleri “din konusunda toplumu aydınlatma”ya yetmeyecektir ve zaten yetmediği de görülüyor. *** Çünkü biz istesek de istemesek de modern çağın gerçekleri, ihtiyaç ve talepleri karşı konulamaz biçimde kendini dikte etmektedir. Kaçınılmaz olduğunu bağıra çağıra anlatan, biz anlamamakta direndikçe başımıza bin bela getiren bu olgularla kendi temel değerlerimiz arasında doğru ve ferahlatıcı bir uyum sağlamamız ve bu suretle kendimizi yeniden inşa etmemiz gerekiyor. Zira –görüyoruz ki- bu gerçek, onu göremeyenleri veya küçük hesaplar yüzünden görmek istemeyenleri ve ona karşı direnenleri ezip geçmektedir. Bu gerçek karşısında, başta din âlimleri ve din görevlileri olmak üzere, Müslüman toplumların eskisi gibi kalmaları hem yanlış hem tehlikeli hem de boşunadır. Ve İslâm toplumları bu yanlışları dün göremediler; bugün bu tehlikelerle boğuşuyorlar ve yarın bütün direnmelerinin boşuna olduğunu anlayacaklar; bu, ‘sünnetullah’ın gereğidir; yani bu düzeni kuran Ulu Kudret böyle kurmuştur.