Başta ilk üç nesil ve mezhep kurucuları olmak üzere, Ehl-i Sünnet’i oluşturan ulema arasında, hatta hocalar ve öğrencileri arasında bile sayısız ihtilaflar olmuştur. Bazen devreye siyaset girse de bu tartışmalar bilhassa İslâm’ın ilk beş-altı asrında olgun bir fikir ve yorum özgürlüğü ortamında sürdürülmüş, bu da İslâm’a altın çağını yaşatmıştır. Bir örnek vereyim: Ehl-i Sünnet’in öncü nesli Ashab-ı Kiram’dır, yani Hz. Peygamber’in dostları, arkadaşlarıdır. İslâm’ın ilk tecrübesi onların hayatı olduğu için, doğaldır ki, dini ilgilendiren meselelerde önce onların ne dediğine bakılmış; hatta Ehl-i Sünnet’in Mâlikîlik kolunun kurucusu İmam Malik Medinelilerin uygulamalarının (amel-i ehl-i Medine) herkesi bağladığını savunmuştur. Fakat başta İmam Şâfiî olmak üzere bu görüşü reddedenler de olmuştur. “Hüccetü’l-İslâm” Gazâlî, el-Mustasfâ’sında Mâlik’in (dinî delillerden olup, kabaca ‘ortak görüş’ anlamına gelen) icma‘ı Medine halkıyla sınırlandırdığını belirterek, “Muhtemelen Mâlik gibileri bu görüşlerini Hz. Peygamber’in Medine halkı hakkındaki övücü ifadelerine dayandırmışlardır. Ancak o ifadeler. .