Gerçekten gündemden düşmeyen konu şu cemaatler ve tarikatlar… Biz bu kafada olduğumuz, özgür dindar değil de güdülen dindar yetiştirmeye devam ettiğimiz sürece hiçbir zaman da düşmeyecek. Ana sorunumuz şu: Dini din olarak bırakmıyor, dini din olarak yaşamıyoruz. Olacak şey değil! Adam toplamak isteyen de dini kullanıyor; para toplamak isteyen de dini kullanıyor; makam mevki kazanmak veya yükselmek isteyen de dini kullanıyor; birilerine kin duyan da, öfkesini boşaltmak isteyen de, ezen de ezilen de hep dini kullanıyor. Ünlü İranlı düşünür Daryuş Şâyegân kendisiyle on yıl önce yapılan bir mülakatta İran mollalarının dini siyaset amaçlı kullanmalarının dine vereceği zararı şu sarsıcı cümleyle dile getirmişti: “Kendi yörüngesinden çıkarıldığında din kanatlarını yitirir ve tarihe gömülür. ” Eğer biz Müslümanların, bunca zamandır dine yaptığımız kötülüklere rağmen bu aziz din hâlâ ayakta ise, bu bizim dine yeterince kötülük yapmadığımızdan değil, dinin büyüklüğünden, dayanma gücünden ileri gelmektedir. Bunu anlamak için en aklı başında Müslüman toplum olan kendimize bakmamız yeterlidir. *** İstanbul Müftüsü Hasan Kamil Yılmaz Hoca’nın geçenlerde cemaatlerle ilgili yaptığı önemli konuşmasında Osmanlının yaşanan tarikat olumsuzluklarını önlemek üzere Meclis-i Meşâyih kurumunu hayata geçirdiğini hatırlatarak, “Tarikatların, cemaatlerin ve dinî yapıya katkı sağlamak isteyenlerin Diyanet İşleri Başkanlığı veya başka bir kurum tarafından denetlenmesinden başka bir çare yoktur. Eğer böyle bir denetleme mekanizması kurulursa bunlar hedeflerinin ne olduğunu açık ve şeffaf olarak ilan ederler, üye sayılarını ve ekonomik güçlerini deklare ederek hizmet ederlerse elbette katkı sağlarlar” diyordu. Hocamız şu önemli uyarıyı da yapmıştı: “(Cemaatlerin) ne ekonomik güçlerinin ne insan güçlerinin ne hedeflerinin belli olduğu karanlık bir güç sahibi olmaları her zaman potansiyel olarak bir tehlike olmaları sonucunu doğuracaktır. Onun için devletin bu manada adımlar atması gerekiyor.