Eğer içimizden bir dürtü bizi çirkin ve haksız işler yapmaya kışkırtıyorsa, bilelim ki, içimizdeki bir putun sesi Allah’ın bizi güzel, haklı ve hayırlı işler yapmaya çağıran davetini bastırıyor demektir ve -tasavvuf erbabının gayet güzel açıklamış olduğu üzere- bu, Allah’a ortak koşmanın gizli şeklidir. Çünkü Kur’an’ın anlatımıyla bir adamın içinde iki kalp olmaz; bir Allah’ın otoritesi, bir de nefsin otoritesi olmaz. Öyleyse “Allah’ı bir bilme” anlamında ‘tevhid’in hâkim olduğu bir vicdan bilerek haksız ve zalimane işler yapmaya izin vermez. Mesela bütün dinlerde komşuya zarar vermeme buyruğu insan haklarına saygının, iyi ve erdemli insan olmanın asgari şartının sembolik ifadesidir. Hz. Peygamber bu ilkeyi “Komşusunun kendisine güven duymadığı kimse vallahi iman etmiş değildir” sözüyle dile getirmişti. Çünkü o kimse, komşusuna yani insanlara karşı davranışında Allah’ın hükmünü bırakıp nefsinin isteğine uymuş ve bu suretle buyruğa itaatte nefsini Allah’a ortak koşmuştur. Komşularına zarar vermeyen her insan inançlı olmayabilir; ama hiçbir gerçek inançlı insan komşusuna zarar veremez. Şunu da belirtmeliyim ki, bütün mevcudatın Allah’ın eseri olduğu ve varlığı, var edenden dolayı sevip haklarını gözetmenin en yüksek ahlâkî buyruk olduğu bilincine yükselememiş insanda kategorik sevgi, dürüstlük, adalet vs. ilkelerin önüne pragmatik eğilimlerin geçtiği bir son nokta her zaman vardır ve o noktadan sonra artık ahlak yoktur.