İster bireysel ister toplumsal düzeyde olsun, bugünün sorunlarını aşmanın birinci şartı, hangi sebeplerin bizi buralara getirdiğini bilmektir. Hıristiyan dünya da özellikle yaklaşık 4-15. yüzyıllar arasında bizde olduğu gibi kilise/din adamı bağlantılı ağır sorunlar yaşadı. (Hıristiyan dünyanın şimdiki sorunlarını başka zeminde tartışmak gerekir ve zaten kendileri tartışıyorlar.) Müslüman toplumlarda ise –son iki yazımda bahsettiğim- Zâhirî ve Selefî din yorumu, bilhassa 12. yüzyıldan sonra akıl ve bilime karşı en iyimser deyimle genel bir ilgisizlik, daha açıkçası zihinsel bir kapanmışlık üretmiştir.
Zâhirî ve Selefî zihniyet sahibi ulema, ilk üç Müslüman nesle atfettikleri birikime dogma olarak sarılmışlar; kutsadıkları bu birikim (sünnet/âsâr) için tehdit olarak algıladıkları aklî ve zaman zaman deneysel ilimleri reddetmişlerdir. Bunları savunan felsefe ve bilim çevrelerini, hatta Ehl-i sünnet savunuculuğuna dönüşmesinden önceki kelam ilmini ve kelamcıları bile şiddetle eleştirmişlerdir.
Çağdaş Müslüman ve yabancı araştırmacıların neredeyse tamamına göre bu eleştirilerin gerçek sebebi ise dinî olmaktan çok...