Bir önceki yazımda, kültürümüzde insanın din ve dünya hayatını düzenleyen Kelam ve Fıkıh’ta sistematik bilgi alanı olarak ahlakın yerinin olmadığını açıklamaya çalışmıştım.
Mûtezile ile ilgili iddiamı tekrar hatırlatayım: Mûtezile’nin asıl meselesi ahlaka temel oluşturmak için insanın özgürlüğünü savunmak değil, Allah’ı zulümden tenzih etmektir. Onun için Ehl-i Sünnet gibi onların da asıl konusu ahlak değil teolojidir, bu anlamda kelamdır.
Öyle anlaşılıyor ki, Mûtezile’nin davasının bir ucu siyasetti. Onlar, işledikleri kötülükleri kaza ve kader inancı üzerinden Allah’a mal ettiği söylenen Emevî yönetimine karşı oluşan siyasi muhalefeti desteklemek istemişler, bunu da –alanları gereği- Allah’ın âdilliği yahut zulümden tenzih edilmesi yoluyla yapmışlardı. Nitekim Emevî iktidarı yıkıldıktan sonra Mûtezile uleması savunduğu özgürlü unutmuş, Abbasi yöneticilerini muhalifleri olan Ehl-i hadis üzerinde “Mihne” denilen sistematik baskı ve eziyet uygulamaya teşvik etmişlerdir. Ehl-i hadis başta olmak üzere sonraki Sünnî ulemanın 16 yıl kadar süren bu uygulamayı Mûtezile’yi imha etmek, hatta genel olarak “Ehl-i re’y”...