Son yıllarda ülkemizde Mâtürîdî ve Mâtürîdiliğe karşı bir ilgi patlaması oldu. Geçtiğimiz hafta sonu M. Ü. İlâhiyat Fakültesi’nde, ondan bir hafta önce de Ankara’da programlar düzenlendi. Malumunuz, ta Nizamiye medreselerini kurdukları bin küsur yıl öncesinden itibaren Selçuklusuyla, Osmanlısıyla dedelerimiz insanlarımıza daha çocuklukta “İtikadda mezhebim Matürîdîlik, amelde mezhebim Hanefîlik” şablonunu ezberletmişlerse de gerçekte özellikle itikadda (siyasi sebeplerle) bal gibi Eş‘arîliği okutmuşlar, o fikriyatı benimseyip uygulamışlardır. O çağlarda Batı’da da başka bir skolastik eğitim hâkim olduğu için medreselerimizde okutulan Eş‘arîlik tarzı dogmatik düşünce bir şekilde idare ediyordu. Fakat Osmanlının başlıca rakibi olan Batı dünyasında XVI. yüzyıldan itibaren eleştirici-sorgulayıcı düşüncenin filizlenmesi ve zamanla bunun bilimsel alanlara, özellikle de eğitim kurumlarına yayılmasıyla başka bir eğitim zihniyetine geçilirken, bizim medrese eğitimimiz, bırakın eleştirici-sorgulayıcı insan modeline geçmeyi, tek tipleştirici dogmatik karakterini daha da tahkim etti. Ve sonunda deniz bitti. Bunun çok basit ve indirgemeci bir açıklama olduğunu kabul ediyorum.