Bazı yorumculara: Önce şu yazıyı lütfen sonuna kadar okuyalım ve yazacaksak ondan sonra yazalım. Kimi insanlar din, siyaset, felsefe gibi alanların problemlerine farklı bakar; üstelik bilgi ve düşüncelerini alışılmışın dışında, hatta bazen rahatsız edici bir üslupla ifade ederler. Bergson’un Ahlak ile Dinin İki Kaynağı başlıklı ünlü eserinde dediği gibi büyük düşünürlerin, dönüştürücü şahsiyetlerin çoğu böyledir. Maddî ve entelektüel alanlarda en gelişmiş toplumlar, böyle insanlara en çok tahammül gösterenlerdir. Müsamahasız toplumlarda ise bu tür yetenekler ya sindirilir ya da zıvanadan çıkarılır. Mesela İslâm toplumlarında bu yapıdaki insanlardan bazılarının, ‘gelenekçi’ görünen öncülerle onların kışkırttığı kitlelerin ağır hücumları yüzünden gittikçe nasıl savrulduklarını yakın geçmişte gördük. Bugün düşünüyorum da acaba muhafazakâr kesimler kendilerininkinden farklı görüş ve yorum sahiplerine, “haddini bildirmek” yerine tatlılıkla yaklaşsalardı, -bugünlerde de yaptıkları gibi- isim vererek hedef göstermeselerdi onlara da topluma da hatta kendilerine de iyilik etmiş olmazlar mıydı? Ama son zamanlardaki gelişmeler, bu tahammülsüzlüklerin halen devam ettiğini göstermektedir. *** Rahmetli Turgut Özal şu üç özgürlüğün önemini hep vurgulardı: Düşünce ve ifade özgürlüğü, inanç özgürlüğü, teşebbüs özgürlüğü. Çünkü özgürlükler bireyleri daha kişilikli, huzurlu, verimli ve üretken yapar; bundan da bütün toplum kazanır. Zamanımızda birçok Müslüman toplum üzerinde hegemonya kuran gelişmiş ülkelere bir bakalım, bunu nasıl başardılar diye… Allah aşkına söyler misiniz? Bizim aklımız fikrimiz yok mu? Farklı düşünüyor, farklı konuşuyor diye neden birbirimizin dünyasını karartıyoruz? Bırakalım insanımız serbestçe düşünsün, inansın, konuşsun, yazsın.