Mekke bugün olduğu gibi İslam öncesi devirlerde de etnik ve dinî bakımdan monolitik idi; nüfusunun tamamına yakını putperest Araplardan oluşuyordu. 610 yılında kendisine ilk vahyin gelmesiyle Hz. Muhammed (a.s.), İslam’ın dinî ve insanî ideallerini gerçekleştirme yolunda evrensel çağrısını başlattı. Daha çok gelenekçi sosyo-politik ve ekonomik sebeplerle onun öğretisinden hoşlanmayan Mekke’nin güçlü despotları bu çağrıyı susturmak için adeta ellerinden gelenin de fazlasını yaptılar; sonunda ona ve az sayıdaki inananlarının çoğuna Mekke’yi terk ettirdiler (Medine’ye hicret: Eylül 622).
Fakat –yüklendiği ilâhî görev gereği- Hz. Peygamber durmadı. Önde gelen Müslümanlarla birlikte, devrin kendisine sağladığı bütün imkânları kullanarak İslam öğretisini yaymayı sürdürdü. Mekke’nin ileri gelenleri yine peşlerini bırakmadılar; Medineli Yahudilerden ve civar kabilelerden destek alarak Peygamber’in davetini başarısız kılmak için savaş dâhil her yolu denediler. Fakat boşunaydı.
Fethe giden süreç