(Son bir ayda Zâhirî-Selefî din yorumu üzerine 30’a yakın ilmî yazı okudum. Bunların ışığında biraz daha kesinlik kazanan bazı düşüncelerimi sizlerle paylaşmak isterim. Önemle belirteyim ki amacım kişileri hedef alıp incitmek değil, bir zihniyet sorgulamasıdır. ) Peygamber efendimiz, ilk Müslümanları kendi istikametlerini aziz Kur’an’ın, Sünnet-i seniyyenin ve akl-ı selimin ışığında artık kendilerinin belirleyebileceği, sonuçlarından da kendilerinin sorumlu olacağı bir yolun başına koydu. Müslüman toplumlar ilk 10-11 asır boyunca bu yolda ilerlediler. Fakat sonrasında Batı’da yaşanan fikrî ve bilimsel dönüşümleri göremeyen Müslüman toplumlar, beden gücünün yerini, zekânın ve bilimin ürettiği teknik güç aldıkça gerilere düştüler; bunun farkına vardıkça eski iyi günlerinin özlemini çektiler; gelişmenin imkânlarını özledikleri geçmişte aradılar. *** Peygamberimizin ve ilk üç neslin söz ve uygulamalarındaki (sünnet, âsâr) özü ve ruhu kavramak yerine, onların şeklini (zâhir) muhafaza etme eğilimi başlangıçta fazla yaygın değildi. Fakat zâhircilik, görünüşte metne saygıyı yücelttiği için sonraları hızla taraftar topladı. Zâhircilik ve (yakın anlamdaki) Selefîlik, popülist cazibesi sayesinde giderek “re’y ehli” denilen akılcı kesimleri bile içine çekti. Böylece aslında yeniliğe kapalı olmanın ürettiği sorunlar, yenileşmeyi reddedip özlenen geçmişe dönerek aşılmak istendi.