Eski ulema, uluslararası ilişkilere dair doktrinlerini görünüşte Kitap (Kur’an) ve Sünnete dayandırmış olsalar da gerçekte zamanlarının hâkim savaş olgusundan etkilenmişlerdir. Esasında cihad kavramının Kur’ân-ı Kerîm’de, hadislerde ve başka kaynaklarımızda “nefsimizle hesaplaşmaktan başlayarak her alanda iyilik ve doğruluğun yaygınlaşması için mücadele vermek” şeklinde özetleyebileceğimiz geniş bir anlam yelpazesi vardır. Fakat eski âlimlerimiz, belirttiğimiz nedenle cihadı “dünyadaki bütün gayrimüslimlerle savaşmak” diye tanımlamışlar, bunun kıyamete kadar farz olduğunu belirtmişlerdir. Ulema bu anlayışlarını Kur’an’a (ve hadislere) dayandırırken “sonra gelen ayetlerin öncekileri sonsuza kadar yürürlükten kaldırdığı” anlamında nesh yöntemini kullanmışlardır. Hâlbuki hükümsüz saydıkları barış içerikli ayetler de Allah’ın kelamı ve şartları oluştuğunda uygulanmasını istediği yasalarıdır. Bu içerikteki yüzlerce ayetten birkaçı şöyledir: “Dinde zor kullanma yoktur; artık doğru eğriden açıkça ayrılmıştır. ” (2/256) “Rabbin dileseydi bütün dünyadakiler topluca muhakkak iman ederdi. Hal böyleyken, mümin olsunlar diye sen (ey Peygamber), tutup insanları zorlayacak mısın!” (10/99) “. . .