Ülkemizde son yıllarda el üstünde tutulan cemaatlerden birinin liderliğini yapan zatın (Allah rahmet eylesin) vefatı üzerine, tasavvufun ruhuna da uymayan bazı ilginç gelişmelere şahit olduk. Bu gelişmeler, –daha önceki bir yazımda (Karar, 20.05.2020) sunmaya çalıştığım- tasavvuftaki büyük kırılmayı ve giderek alt-üst oluşu bir kez daha hatırlamama ve hatırlatmama vesile oldu.
Bu vefat olayından birkaç gün sonrası, FETÖ’nün 15 Temmuz 2016’da kalkıştığı kanlı darbe girişiminin yıldönümüydü. Devlet-millet olarak –şimdikiler gibi- uzun yıllar al bebek gül bebek besleyip büyüttüğümüz “cemaat”in kalkıştığı darbe girişiminin başarılı olmasına ramak kalmıştı.
Bu yıldönümünde de o cemaate ve liderine lanetler yağdıran haklı açıklamalar dinledik. Ama şimdilerde vatan-millet söylemlerini dillerinden düşürmeyen mütedeyyin kesimlerden, “Bu olaydan ders alıp, benzer bir kalkışmanın bundan sonra da yaşanmaması için devlet ve millet olarak böyle yapılara kaşı uyanık olmalı, önlemler almalıyız. Cemaatler-tarikatlar tasavvufun sınırları içinde kalmalı; para, adam, kadro ve makam devşirmenin aracı haline gelmemeli…” tarzında genel bir uyarı yapıldığını ben...