Ahlâk, bütün zamanlarda ve zeminlerde fıtri bir ihtiyaçtır. Ahlâktan vazgeçmek, ahlâksız bir hayatta karar kılmak mümkün değildir. Bunun aksini iddia edenler Ahsen-i Takvim mertebesinden Esfel-i Safilin çukuruna düşenlerdir.
Dünyada hiçbir ferd, aile, cemiyet ve devlet ahlâk hususunda müstağni davranamaz. “Hayat ahlâksız da olabilir” inancıyla hareket eden ferdler, aileler, cemiyet ve devletler, kendi helaklerinin altına imza atanlardır.
Ahlâkı liyakatin ve ehliyetin başı olarak görmeyenlerin gürültüden ve görüntüden öte bir varlıkları olmaz. Tarihin şehadetiyle sabittir ki; “devletler hukuksuzluktan, toplumlar ahlâksızlıktan yıkılmışlardır!” el- Hak olan Allah’ın hükmünün ve hâkimiyetinin geçerli, bağlayıcı olmadığı ve kabul edildiği bir yerde hukuktan bahsetmek, abes ile iştigal etmektir. Hukuk, Arapça bir kelime olup Hak kelimesinin çoğuludur. El-Hak ise Allah’ın ismidir. Allah’ın hükmü ve hâkimiyeti yoksa hukuk da yoktur. Ahlâksız kalmış hukuk delinin elindeki kılıçtan daha tehlikelidir. Hukuksuz kalmış ahlâk ise, “Rabbana hep bana”...