Genelde İslâm coğrafyasında, özelde ise Türkiye’de haramları helallerin yerine ve önüne geçirme çabası, Tanzimat fermanıyla birlikte başlamıştır. Tanzimat fermanı, devlet seviyesinde kötülükleri serbest kılmanın, haramları yaygınlaştırmanın bir ilanıdır. Çünkü Tanzimat fermanının ilanından sonra bu topraklarda gâvura gâvur demek suç sayılmıştır.
Allah neyi haram kılmışsa, Peygamberi neyi haram kılmışsa onların cümlesini savunan, yine Allah neyi helal kılmışsa, Peygamberi neyi helal kılmışsa onların da cümlesinin karşısına dikilen politik bir partinin hakiki ismi “Cümle Haramlar Partisi”nden başkası değildir.
Esasen hayatın tanzimi, sevkü idaresi hususunda aklı gerekli ve yeterli gören, Allah’tan gelmiş olan vahyi de yetersiz ve gereksiz kabul eden bütün politik partiler, “Cümle Haramlar Partisi” kategorisine girerler. Bunların isimlerinin farklı olması bu gerçeği değiştirmez.
Osmanlı devletinin yıkılışından sonra Cumhuriyet devrinde ortaya çıkan “Cümle Haramlar Partisi”, Türkiye’nin beka sorunudur. O var oldukça inkârcılık, ayrımcılık ve ırkçılık da olacaktır. O var oldukça keyfilik, küfrilik ve cebrilik de olacaktır. O var oldukça terör de olacaktır, terörist de. Bu ülkede “Cümle Haramlar Partisi” Müslüman halkın iradesiyle tasfiye edilmedikçe terör bitmez. Çünkü “Cümle Haramlar Partisi”, teröristlerin de hamisi konumundadır. Sahiplenmediği ve savunmadığı yerli ve yabancı terörist yoktur. Dünyanın neresinde bir firavun, bir diktatör, bir terörist varsa, “Cümle Haramlar Partisi” onu savunmanın derdindedir. Mısır’da Rabiatü’l Adeviyye meydanında binlerce masum ihvanü’l müslimini şehid eden Mısır Firavun’u Abdulfettah el Sisi’yi Türkiye’de “Cümle Haramlar Partisi” savunmuş ve desteklemiştir.
Allah’ın dinini yürürlükten kaldıran, hayatın taşrasında tutan, Allah’ın dininden kaynaklanan değerleri ve müesseseleri ortadan kaldıran bir partinin teröristlere, firavunlara ve diktatörlere sahip çıkmasından daha tabii ne olabilir? “Cümle Haramlar Partisi”nin iktidarında Ankara İstiklâl Mahkemeleri’nin Başkanı Ali Çetinkaya nam-ı diğer Kel Ali, savcısı Necip Ali Küçüka ve üyesi Kılıç Ali’dir. İşte bu ‘Üç Ali’, yapılan birçok haksız yargılamayla hafızalara kazınır. İstiklâl Mahkemeleri’nin en temel özelliği ise yargılananların itiraz yani temyiz hakkının bulunmamasıdır. Mahkemelerde yargılananların birçoğu aynı gün içerisinde tutuklanır, yargılanır, cezalarını alır ve idam edilir. Ali Çetinkaya’nın Ankara İstiklâl Mahkemesi ceza dağılım cetveline göre vicahen, gıyaben ve müeccelen verdiği idam kararlarının toplamı 2470’tir. Salben (asılarak) gerçekleştirilen idamlarda kadrolu olarak görevlendirilen Keskinli Cellât Kara Ali, Tanin gazetesinde kendisiyle yapılan bir röportajda: “Ben Ankara’da 6128 kişinin sehpada ipini çekmişim” der. Birçok âlim ve münevver insan idam edilirken dillerinde sadece duaları vardı. Geride ise memleketini terk etmek ya da soy ismini değiştirmek zorunda kalan aileleri!