Türkiye’de Müslümanlar olarak dindarlık derdimiz vardı, dava adamıydık sözde. Müslümanlar olarak olamadık ehli dünya kadar davasına bağlı özde. İktidar olduk dediğimiz günlerde bile masonlar, farmasonlar, ateistler, şaklabancılar, oldu hep gözde!
Türkiye’de dindarlık adına hareket eden birtakım politikacıların yanlışlarını Allah’ın dinine fatura edip dinde olmayan şeyleri din adına ileri sürmek, bilerek veya bilmeyerek dinin sahibine ortak olmaya kalkışmaktır.
Jakoben laikçilerin dayatmaları karşısında imanın yanında duramayanlar, imansızlardan idareci edinme derdine düşerler. Jakoben laikçilerin baskıları, çok ilahlı liberalistlerin propagandalarının etkisinde kalan günümüz Müslümanları İslâmi idare ile Lâ dini idareleri birbirine karıştırıyorlar, imansız idareciler edinme çarelerini arıyorlar ve din adına yanlış, asılsız söylemlerde bulunuyorlar. Bunlardan birisi de, gazetemizin yazarlardan Abdurrahman Dilipak’tır. Abdurrahman Dilipak bu sütunlarda mahalli seçimlerden önce başlayarak ezber bozma gerekçesiyle durmadan şunları iddia ediyor:
“Bir işe, ille de İmam Hatipli birinin gelmesi şart değil. Ehliyet ve liyakat sahibi birinin gelmesi şart. Ehliyet ve liyakat imandan önce gelir.
İşi ehline vereceğimizi söylememiz gerek bizim dışımızdakilere. Ehliyet ve liyakatın bizim nezdimizde imandan önce geldiğini söylemeliyiz. Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalime karşı duracağımızı söylemeliyiz. Zalim babamız da olsa, mazlum düşmanımız da olsa.