İslâm topraklarında kaos çıkarmak, Müslümanları kendilerine mecbur ve mahkûm ettirmek isteyen müstekbirlerin ahlâkıdır. Mü’minlerin dünyevi mağduriyetleri üzerinden toplumu kaosa çekmek için kavşaklarda bekleyen yavşaklar var. Kaos sırtlanları var… Kaos için fırsat; duygusal mağduriyettir. Hem de mağdurlar ile alakadar oluyormuş gibi görünen ve yakın zannedilen sırtlanlar var.
Esarete mahkûm olan toplumlar zor zamanlarda basiretlerini, firasetlerini ve cesaretlerini kaybetmiş olan toplumlardır. Hilafet, siyaset, basiret, firaset ve cesaret, İslâm ümmetinin orta vadede kendi yolunu kendi çizmesi, uzun vadede ise her bakımdan bağımsızlaşmasının ve bütün birimleriyle ortaklaşa bir medeniyet yürüyüşüne çıkılmasının yapıtaşlarıdır. Bunlardan verilecek her bir taviz, kaos sırtlanları için bulunmaz bir sermaye olacaktır.
Dinin kural ve kaidelerine inanmadıkları halde inanmış gibi görünenler, toplumda duydukları her sesi kendi aleyhlerine bilirler ve de çevirmek isterler. Rabbimiz haber veriyor: “Onlara şöyle bir baktığında dış görünüşleri sana iyi bir izlenim verir; konuşurlarsa sözlerine kulak verirsin. Ama onlar sanki bir yere dayanmış kütükler gibidir (böyle güvendeymiş gibi görünürler). Ama her gürültüyü de kendilerine yönelik sanırlar. Asıl düşman onlardır, onlardan korun! Allah kahretsin onları! Nasıl da haktan yüz çeviriyorlar!” (Münafıkun Sûresi/ 4)
Rabbimiz Peygamberimizi uyarıyor: Ve onları gördüğün vakit cisimleri tuhafına gider. Dıştan bakınca giyimleri kuşamları, şıklıkları, irilikleri, güzellikleri ile bedenlerinin süsü ve manzarası hoşuna gider. İmreneceğin tutar. Ve konuşurlarsa konuşmalarına kulak verirsin, dillerininin fesahatı, sözlerinin akıcılığı ve tatlılığı ve konuşma sanatına olan merak ve yatkınlıkları hasebiyle güzel laf ederler. Konuşmaya başladıkları zaman mecliste bulunanların dinleyesi gelir. Medine münafıklarının başları olan Abdullah b. Übeyy, Mugis b. Kays, Cedd b. Kays ve arkadaşları hep böyle iri vücutlu, yakışıklı, giyim ve kuşamlarına itina gösteren, düzgün konuşan, dilleri ve dış görünüşleri alımlı kimseler idiler. Ya Rasûlallah diye söze başladıkça Hz. Peygamber de sözlerini dinlerdi. Onlar ise kendilerine söz söylendiği zaman resmî bir tavırla ve dıştan ağır başlı bir vaziyette dinler gibi sessizce dururlar, ancak kulaklarına söz girmez, öyle ki sanki onlar dayanmış keresteler gibidirler. Oturdukları yerde dayanmış ahşap keresteler gibi dışları, endamları düzgün, hareketsizce kurulur otururlar. Ancak içleri bilgi ve şuurdan, yetişme ve gelişme kabiliyetinden mahrum, sağlamlık ve dayanıklılıktan uzak, boş kuru tahtalara ve direklere benzerler. Öyle ruhsuzdurlar ki, istifade edilmesi lazım gelen sözler kulaklarına girmez, ondan faydalanmazlar. Öyle cansız ve yüreksizdirler ki her sayhayı aleyhlerinde zannederler. Her işittikleri kuvvetli bir sesi mutlaka kendi aleyhlerinde sanır korkarlar. Lehlerinde söyleneni bile aleyhlerinde telakki ederek ürker kaçmaya çalışırlar. Sertçe bir öksürükten şüphelenirler, hemen hemen pöh denilse korkacak hale gelirler. Çünkü içleri kurtlu haindirler. Hainler ise, hıyanetin ucu yüreklerinde saplı olduğu için “hain korkak olur” meselince her zaman sırları açığa çıkar endişesiyle korku ve kuşku içinde bulunduklarından, her şeyden nem kapar ve her sesten ürkerler. Yalan söylemeye de alışkın olduklarından lehlerinde söyleneni de yalan kabul ederek hep aleyhlerinde mânâ çıkarırlar. Onlar katıksız Hak düşmanıdırlar onun için onlardan sakınmak şarttır.
Müslümanlar çevrelerinde meydana gelen hadiselerin tahlilini kaos sırtlanlarına bırakmamalıdırlar. Şer’i Şerif’in merceğinden geçmeyen, ölçüsüne vurulmayan, optizime edilmeyen hadiseden kaosa malzeme ihtimali veya maziye keşke kuruntuları kalır. Bu da, kaos sırtlanlarına sermaye olur.