İslâm’da idareciler imamlar/önderler lâ yuhti ve lâ yüs’el/hata etmez, hesap sorulmaz değildir. İslâm’da herkes Allah’ın şeriatıyla mukayyeddir. Bakınız Hz. Ebûbekir (r.a.) halife seçildiği zaman Allâh’a hamdu sena ettikten sonra şöyle buyurdu: “Ben sizin en hayırlınız olmadığım halde sizin başınıza halife seçildim. Ancak Kur’ân nazil olmuş, Hz. Peygamber (s.a.v.) dinin hükümlerini açıklamıştır. Sizin en zayıfınız, hakkı alınıncaya kadar benim yanımda kuvvetlidir. Ey insanlar! Ben ancak Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yoluna uyarım. Kendiliğimden bir şey icad edici değilim. Eğer iyilik yaparsam bana yardımcı olun. Eğer sırat-ı müstakimden kayarsam beni düzeltiniz. Ben bu sözümü söyler, hem kendim için hem de sizler için Allâh’ın affını taleb ederim.” (İbn-i Hişam, Sîre, C: 4, Sh: 311; İbn-i Sa’d, Tabakâtü’l Kübra, C: 3, Sh:183) Görüldüğü gibi, İslâm’da üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğü esastır. Yanlışı kim yaparsa yapsın, haramı kim işlerse işlesin mutlaka reddedilmelidir. Doğruyu kim söylerse söylesin, haklı olanı kim yaparsa yapsın mutlaka kabul edilip savunulmalıdır.
İdarecilikte hem dâll hem de mudıll (sapık ve saptırıcı) olmanın bir bedeli vardır. Müslümanların inançlarını paylaşmayıp onları başka dünyalara peşkeş çekme gayretleri içinde bulunan önderler, önder değil, birer haydutturlar. Önderlik makamına oturan haydutların vazifesi, sapık ve saptırıcı olmaktır. İnsanları Allah’tan, Allah’ın dininden uzaklaştırmaktır.
Toplumun salahı, idarecilerin salahı ile kaimdir. Dünyanın en zavallı ve en acınacak varlıkları saptırıcı önderlerdir. Önderlerin bozulmasıyla toplum da bozulur. Dolayısıyla saptırıcı önderlerden endişe duymak, Peygamberin ve sahabesinin üzerinde bulunduğu yolda olmaktır.
İdareciyi kurtaramaz etrafındaki sessiz kalabalıklar. Unutmak çare değil, ölüm onu da yoklar. Dünyadaki liderlik, dünyada bitmez. Her meşrep, her grup âhirette önderleriyle birlikte olacaktır. Rabbimiz buyuruyor: “Kıyamet günü her grup kendi önderleriyle çağrılacaktır.” (el-İsra Sûresi/71) Bu da dünyadaki liderliğin dünyada bitmeyip, ahirete de uzanan ciddi bir sorumluluk çizgisine sahip olduğunu göstermektedir. Kimi önderleriyle cennete girer, kimi de önderleriyle, idarecileriyle cehennemi boylar.
İdarecinin, yöneticinin kendisini kural üstü yani Kitap ve Sünnet dışı görme ve gösterme temayülü, firavunluğa heveslenmesinden, firavun olmaya çalışmasından ileri gelmektedir. Sahâbeden Sevbân radıyallahu anh’den nakledildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Ümmetim hakkında saptırıcı önderlerden endişe duymaktayım.” (Ebû Davud, Fiten 1; İbn Mace, Fiten 9; Darimî, Mukaddime: 23; Ahmed b. Hanbel, Müsned, l, 42; V, 278, 284; VI, 441) Bu Hadis-i Şerif’te geçen saptırıcı önderler diye tercüme ettiğimiz el-Eimmetu’l-mudillûn ifadesini ulemamız, “halkı bid’atlara çağıran önderler” olarak yorumlamıştır. Bid’at, Kitab ve Sünnet temeline dayanmayan, İslam kültürüne ters düşen, yani İslam sistemi içinde yeri bulunmayan ve fakat ondanmış gibi Müslümanlara takdim edilen her şeydir. Böyle olunca ümmeti Kitab ve Sünnet dışına yönelten, Müslümanları İslâm dışına yönlendiren, onları İslam’dan, İslam’ı Müslümanların hayatından dışlayan her önder saptırıcıdır. Zira bid’at, başlı başına bir sapıklık sebebidir. Arapçada dilimizdeki kullanımından çok daha geniş bir anlam sahasına sahip olan ve emir, reis, başkan, halife, önder, öncü, lider, yönetici gibi manalara gelen “imam” kelimesi, (çoğulu, eimme), her seviyedeki insan toplulukları için vazgeçilmez yönetim unsurunu temsil etmektedir. İmam›ın en belirgin vasfı da kendisine uyulması, yani onun mukteda bih, metbu’ olmasıdır. Her önderin sorumluluğu, ferdî sorumluluğu ve yönettiklerinin sorumluluğundan oluşmaktadır.
Dinin günlük hayattaki tesirinin azaltılması, savsatılması demektir. Bundan sonra din, inanç ve ibadeti önemsememek, Allah’ın kullarına, Allah’tan başkalarına kulluğu telkin ve hatta buna zorlama safhası gelir ki, bu tam anlamıyla saptırıcılıktır. İnsanların inanç ve ibadet hürriyetlerini kısıtlayan, ibadet mahallerinin, mescidlerin harap olmasını ve fonksiyonlarını icra edemez statülere ve kullanımlara mahkûm edilmesi, liderlerin, yönettiklerine yapabilecekleri en büyük haksızlık olacağı gibi liderler için de en büyük sorumluluktur.