Mustafa Çevik Milat Gazetesi

Kent Metafiziği: kentler göğün aynası olmalıdır

“Kent mi şehir mi?” sorusu etrafında yapılan tartışmalara girmeden “kent” kelimesini kullanmayı tercih ediyorum. Şehir sözcüğünü “kent” sözcüğüne tercih etmenin izahi için...

15 Ağustos 2017 | 161 okunma

“Kent mi şehir mi?” sorusu etrafında yapılan tartışmalara girmeden “kent” kelimesini kullanmayı tercih ediyorum. Şehir sözcüğünü “kent” sözcüğüne tercih etmenin izahi için birçok neden sayılır. Bunlardan biri de “kent” sözcüğünün Batı kültüründen geldiğine dair yanlış kanıdır. Kent kelimesi bizim kültür havzamıza uygun bir kelimedir. Daha önce “Kent Ruhu ve Külliye” başlıklı yazımda değinmiştim bu konuya.

Yeryüzündeki ilk yerleşim yeri yani ilk kentleri köylerdir. Köyün, kentin ve devletin bir metafiziği vardır. Bir araya gelmek salt ekonomik dayanışma ve iş bölümü amaçlı bir seküler faaliyet değildir. Nasıl ki ilk insan yeryüzünde iskana (sakinleşmeye) zorunlu tutulduysa, benzer şekilde insanın bir yere yerleşmesi de böyle bir iskanın tekrarı ve taklididir. Yani insan evrensel olarak Yaratıcı tarafından YER-leştirildi. İnsan da ayrıca mikro YER-leşme girişimlerinde bulundu. İnsan Cennetten kovulunca yeri yain dünyayı kendine yurt edindi. Onun çocukları da öbek öbek yerleri kendine yurt edindi.

Fernand Schwarz'a göre “İnsan ile kosmos arasındaki ilişki ölçeğinde Mabedin ve evin yeri olan Kent, Alemin kozmozlaşmasıdır… Kent kozmogoniyi taklit eden yapısıyla Dünyanın bir suretidir. Bir yere yerleşmek, dünyanı kuruluşuna eşdeğerdir.” (Kadim Bilgeliğin Yeniden Keşfi, 1997, s. 308)

Bu aslında yaratıcıyı bir tür tekrar ve taklit etmektir. Onun için bir yere yerleşmek bir anlamda yeni bir dünya kurma kalkışmasıdır. Ruhun iskân (sükûnet ve sakinleşme) denemesidir. Durmaktır. Aslında yaşamda asl olan seferdir. Çükü hayat bir yolculuktur. İnsan bu dünyada misafirdir. Misafir sanıldığı gibi konuk demek değildir, sefer yapan veya seferde olan yolcu demektir. Yolculukta bu geçici konaklama insanın yolculukta olduğunu unutması ve gaflet halidir aslında. Sakinleşmek ister insan. Sükûnet ister. İskân bunun içindir.

Ama her iskânın bir imarı vardır. İmar etme şeklimiz de gökteki “akıllıca tasarımın” ruhuna uygun olmalıdır. Çünkü “mekan”ı tamir ediyoruz. Mekâna şekil veriyoruz. Daha önce yazmıştım. Mekân “kevn” (olmak) ve “kün” (ol) kelimesiyle aynı etimolojik kökenden gelmektedir. Mekân, dolayısıyla, “olunan yer” anlamına gelmektedir. Yer, yani mekân olmadan aslında olunmaz. En küçük bir kımıltı veya yer değişimi için bir “mekân” gerekir. Mekân olmadan “kevn” olmaz. Tıpkı yer olmadan yerleşmenin olamayacağı gibi. Sükûnet, sakinlik ve iskân için de bir “mesken” (sakinleşilen yer) gereklidir.

Mimari yatay olmalı ama ekseni dikey olmalıdır. İmar ve iskân için insanın mana âlemiyle ve Yaratıcı ile ilişkisini kesmemesi gerekir. Kent (ilk şekli gund=köy) insanın “öteki” ile karşılaştığı yerdir. Aslında “varoluş” “öteki”nin farkına varmakla başlar. İnsanlar farklıdır. Farklılıkların varlığı “öteki”ne karşı duyarlılık gelişmesi içindir. Allah boşuna insanları “şubelerden ve kabilelerden” oluşturmamış. Tanışıp kaynaşmak içindir bu. “Ey insanlar! Sizi, bir erkekle bir dişiden (Âdem ile Havva'dan) yarattık. Ve sizi halklara ve kabilelere ayırdık ki, birbirinizi tanıyasınız,” (Hucurat-13) Yoksa herkes aynı olurdu arılar veya diğer canlılar gibi. “Öteki”nin farkına varmak erdemin ve etiğin başladığı yerdir.

YAZININ DEVAMI

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Bir ergen diskuru “nihilist görelilik” 10 Haziran 2018 | 277 Okunma Taammüden Satanizm 21 Mayıs 2018 | 120 Okunma Sosyal bilimler yoluyla dayatılan zihniyet 30 Nisan 2018 | 423 Okunma Sosyal bilimlerde akademik bağımlılık 31 Mart 2018 | 141 Okunma Nesne ve olay okur-yazarlığı 22 Mart 2018 | 255 Okunma