Bilimlerin çıktığı ortamın ve çağın izlerini taşıdığı artık tartışılmayan bir durumdur. Her bilim insanı yaşadığı çağın ve coğrafyanın etkisi altındadır. Ve her bilim de bu bilim insanının zihninin ürünüdür. Yöntemiyle, kuramıyla ve kavramıyla.
Yaşadığımız coğrafi şartlar, kültürel birikim, inanç sistemi, dil yapısı ve tarihsel dönem. Bütün bunlar zihnimizi etkileyen güçlü faktörlerdir.
Bir kelimeye verdiğimiz anlam veya bir nesneye verilen isim çoğu zaman farkında olmadığımız bir yönlendirilmişlik etkisiyle gerçekleşir. Bir bitkinin veya hayvanın doğadaki tohumu nasıl sessiz bir şekilde canlanırsa bir kelimenin yaşam serüveni de öylesine doğal ve fark edilmeden gerçekleşir.
Ancak bütün çevreler ve bütün eko sistemler bu kadar doğal değildir. Kimi kültürel çevreler büyük oranda yapaydır. Bilgiyi, kültürü ve inanç sistemlerini yönlendiren kültürel iktidarlar vardır.
Bilgiye, bilime ve bunların üretim araçlarına bu kültürel iktidarlar yön verir. Bilimlerin kuramı, metodolojisi ve kavramsal çerçevesi bu iktidarların kendi çıkarları doğrultusunda oluşturdukları ekosistemin etkisiyle şekillenirler.
Son birkaç yüzyıllık Avrupa ve Amerika merkezli bilim anlayışları Doğa ve özelde de İslam ülkelerini de etki altına almaktadırlar. Üstelik bu etki doğal bir süreçten uzak olup planlı ve kasıtlı bir kuşatma şeklinde yürütülmektedir. Bu kuşatma “sosyal-beşeri bilimler”de daha yoğun şekilde hissedilir. Doğu toplumlarında üretilen bir “bilimsel ürün”ün meşruiyeti ancak ve ancak Avrupa-Amerika merkezli bu “bilim çevreleri” tarafından onaylanması durumunda bilim sayılabilmektedir.