Rusya ile ilişkilerde eskiye dönüş adımlarının atılması ve hem de bunun hızla yapılıyor olması Türk dış politikası açısından nefes açıcı bir gelişmedir. Baştan söyleyelim... Rusya ile ilişki, Batı ile ilişkilerin alternatifi değildir; eğer öyle düşünülürse o Ankara-Moskova hattındaki yakınlaşmanın protein değeri de düşer.
Hangi ülkeyle ilişki kuruyorsak veya ilişki onarıyorsak eldeki bütün kartları oraya göre karmamız, bütün portföyümüzü oraya yatırmamız gerekmiyor. Ayrıca, unutmayalım ki Türkiye’nin dış politika gücü bir yandan AB ile müzakereden ve NATO’nun güçlü bir ortağı olmaktan geliyor. Arap dünyasında şimdi gerilemiş olan ilişkilerimizin geliştiği dönemde de temel sermayemiz bu ortaklıklardı. Rusya ile ilişkilerimizin mükemmel seviyeye ulaştığı dönemde de Ankara’nın gücü yine aynı zamanda Batı ittifakının bir üyesi olmaktan geçiyordu.
***
Rusya ile birkaç ay öncesi seviyeye gelmiş olmak Türkiye’nin diplomatik gücü için tek başına yeterli değildir. Ekonomik ve politik alanlarda genişlemeye, dost artırmaya daha doğrusu birçoğuyla güven tazelemeye ihtiyacımız var. Dünyanın “işe yarayan”, yani bizim için kıymet arzeden başkentlerinin sayısı bellidir ve oralarla ilişki seviyemizi yükseltmek gibi zor bir mesai bizi bekliyor. Mesainin zorluğunu anlamak için, sadece 15 Temmuz darbe girişiminde dünyadan hak ettiğimiz ve beklediğimiz sempatiyi göremediğimizi hatırlamak yeterli olacaktır.
Bu noktadan bakıldığında Rusya ile ilişkileri Avrupa ve ABD’ye nazireye dönüştürmenin objektif şartları da bulunmuyor. Malum, iki kanat da Rusya’ya ambargo uyguluyor ve petrol fiyatları başta olmak üzere ellerindeki bütün enstrümanlarla Moskova’yı cezalandırmaya çalışıyor. Tam bu noktada bizim turistine ve ticaretine ihtiyaç duyduğumuz Rusya’yla ilişki kurmamızın onları Batı’nın elinden alacak bir seviye tutturmasını beklemek anlamsız olur. Yani, abartmayalım…