Şu sıralarda tartıştığımız, hatta karara bağlamak üzere olduğumuz konuların tamamı Türkiye’nin uluslararası pozisyonuyla yakından ilgidir. Hatta bazı yorumların tartışmayı alıp götürdüğü yere bakacak olursak, Avrupa Birliği bağlamında bütünüyle Batı dünyasıyla ilişkiler masaya yatıyor.
Öncelikle belirtelim ki Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki ilişkilerin epeydir ulaştığı tatsız seviyenin sorumlusu sadece Ankara değildir. Müzakere kararının alınmasından sonra birçoğu AB prensipleriyle bağdaşmayan sınırlamalar, fasılların açılmasına karşı Kıbrıs Rum Kesimi ve Fransa vetoları gibi engeller ilişkilerin kimyasını bozmuştur. Buna ilaveten neredeyse birçok ülkenin her düzeyde temsilcilerinin Türkiye’ye karşı antipatik sözleri; kamuoyunu sürecin dışına doğru sürüklemiştir. AB’ye desteği azaltmış ve bu ilişkinin tek taraflı karakterini taşınamaz hale getirmiştir. Müzakere kararını alan lider kadrosunun öncüleri olan Chirac, Blair ve Schröder kuşağının siyasi denklemden çekilmesiyle sürecin protein değeri hızla düşmüştür. Avrupa içinde Türkiye’nin önemini takdir edecek vizyon hızla zayıflamıştır.