Son bir haftada dış politika ve ekonomi başlıklarında yaşananlar, yaklaşık olarak son bir hatta iki yılda yaşananların anti tezidir. Daha da uzun bir sürenin tezi ama bir şimdilik bununla sınırlayalım… Olup bitenler, neyin anti tezi, yani neyin tam zıddı? “Faiz lobisi, dış güçler, karanlık kumpaslar, Haçlı ittifakı, Naziler, ABD emperyalizmi vs” retoriğinin… Şimdi hem başta Almanya olmak üzere Avrupa ile umutlu bir işbirliği mesajı hem de ABD’li yatırımcılara yatırım çağrısı ve hatta daha da ileri gidilerek Amerikalı McKinsey şirketine bizi denetlemeye kadar varan süper yetki vermek noktasındayız. “Adamlar haçlı mı, partner mi anlamadık” diyenler için çelişki var mı, var. Ama, herkesin gördüğü bu çelişkiyi ben de yakalamış ve oradan eleştiriyor değilim. “Dün ne diyordunuz, şimdi ne yapıyorsunuz” korosundan da konuşmuyorum. Zira, ne kadar kavga etsek, ne kadar yüklensek de gerçeğin; yani Türkiye ekonomisinin Batı sermaye sistemine bağlı olduğunu, kavganın en ateşli günlerinde bile bu düzenin devam ettiğini biliyoruz. Niye? Çünkü, kazandığımız harcadığımız, sattığımız aldığımız ve aradaki açık da belli. Bunun nasıl karşılanacağı; yani köprüleri yolları, havaalanlarını nasıl yaptığımız, emekliye nasıl ekstra ikramiye verdiğimiz veya İphone’ları nasıl yenilediğimiz bellidir. Başta Avrupalı ve Amerikalı tasarrufçuların biriktirdiği fonlar ve bu fonları yöneten kurumlar ve bankalardan alacağımız borçlarla… *** Dolayısıyla, ister haçlı o ister haçsız olsunlar hayat standardımızın düşmemesi için bu dünyayla iyi ilişki kurmak mecburiyetimiz vardır. İyi ilişki demek dostluk kardeşlik demek değildir bilakis çıkar ilişkisidir ama bunun için de öngörülebilir ve şeffaf olmak mecburiyeti vardır.