Ağustos ayında döviz krizi patlayıp Türk lirası büyük değer kaybı yaşadığında, beklendiği gibi meşhur “dış güçler teorisi” yeniden sahne almıştı. Ekonomimiz iyiydi ama dış güçler finansal saldırıya geçerek güzelim ekonomiyi çökertiyorlardı. Bir Batı başkentinde neler oluyordu neler. Bir başkasında oynanan oyunları bilmiyor değildik. Biliyorduk da büyüklük bizde kalsın diye o oyunu bozmuyor gibi konuşuyorduk. Anlaması zor… Nedense bu dış güçler bizim gibi borç içinde yüzen ekonomilere musallat olurlar ama Almanya, Fransa, İngiltere gibi yağlı kapılara uğramazlar. Hadi diyelim onlar zaten bizatihi “dış güç”; Amerika bile Hıristiyan haçlı ittifakı hatırına onlara dokunmaz. Peki o vakit, verdikleri parayla ayakta tuttukları Türkiye’yi niye batırmak isterler de mesela İsviçre ya da Norveç yahut da İsveç gibi parası bol ama dış güç olmayı pek başaramamış memleketleri soymazlar. Anladık, onlar da dış güç değilse bile dış gücün dış kapısının mandalı sayılırlar. Peki Almanlar, Amerikalılar, İngilizler neden Türkiye gibi bütün ekonomisi dışa; yani kendilerine açık ve bağlı bir ülkeyi batırmak için “operasyon” çekip alacaklarını riske atarlar da alacakları-verecekleri olmayan veya garantide olan ve de aynı zamanda bizden aşağı da Müslüman görünmeyen Suudi Arabistan, Kuveyt, Katar gibi tam yağlı kapıları çalmazlar.