Bir vatanı, toplumu, milleti ve hepsinin üzerindeki çatıyı yani devleti var eden şey hukuktur. İnsanların kanunla birbirleri arasındaki ilişkileri düzenlendikleri, sonra da kanun önünde eşitlik ve adil yargılanma başta olmak üzere bir dizi hakkı doğuştan kazandıkları düzen, onları bir devlete doğmak ve orada güven içinde yaşamak hakkıyla donatır. Devlet kendisini var eden insanların sahip olduğu ve sonradan kazandığı/kazanacağı sayısız hakkının teminatıdır. Kanun önünde eşitlikten mülkiyet hakkına, seyahat özgürlüğünden ifade hürriyetine, örgütlenme hakkından bilgi edinme hakkına kadar, her geçen gün bir yenisi eklenen haklar bürokratik olarak devletin düzenleme alanında ama gerçekte sadece toplumun sahipliğindedir. İnsanlar bu haklar etrafında devleti yaratırlar. Devlet otoritesi bu temel hakları gaspetmek şöyle dursun eksiltemez bile. Hukuku olmayan topluluklar ne millet olabilir, ne de bir devlet sahibi… Bırakın modern ve çağdaş demokratik devletleri yüzyıllardan beri devlet felsefesinde hak, hukuk asla ama asla teferruat kabul edilmez, edilemez. Türkiye tarihinin en karanlık dönemi olan Osmanlı’nın çöküşünden Cumhuriyet’in kuruluşuna giden gerçek beka ve hayat mücadelesi döneminde bile devleti idare edenler ve hukuk insanları sözlerle, imalarla, sloganlarla, hamasetle hukuku teferruat ilan etmemiştir. Zira, bir millet için hak, hukuk ve doğuştan gelen özgürlükler teferruat haline gelmişse orada devletten de söz edilemez, ortak bir millet anlayışından da… “Sözkonusu vatansa gerisi teferruattır” sloganı bazı kulaklara pek heyecan verici ve geliyor olsa bile yanlıştır. Bilakis, sözkonusu vatansa, tam da o zaman gerisi teferruat değildir.