Mesele sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD’ye gidip gitmemesi değildir ama oradan başlayalım… Bilindiği gibi Erdoğan’ın 13 Kasım için planlanan ABD ziyaretinin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği iştahlı bir tartışma konusu olmakta gecikmedi. Küçük büyük, önemli önemsiz, hatta mevzuyla ilgili ilgisiz her meselenin daha ilk dakikada hamaset seviyesine düştüğü ortamda Cumhurbaşkanı’nın ziyareti tabii ki tartışma konusu olacaktı. Ortada, bizzat davet sahibi ABD Başkanı Trump’ın o nezaketsiz mektubu dururken üstüne bir de Ankara mutabakatına rağmen sınırda YPG ile devriye devam ederken muhalefet, “Madem onurlu, gururlu dış politika diyordun. Göster onuru da gitme” demek fırsatını mı kaçıracaktı? Hele, Erdoğan’ın da kafası karışmışken… Mektup tatsız, orası kesin. Suriye anlaşması da baştan tahmin edildiği gibi yolunda gitmiyor, orası da açık. Bunlara rağmen ve yine bu gerekçelerle Erdoğan'ın ABD’ye gitmek kararı doğrudur. Zira, dış politikada herhangi bir meseleyi bir imzayla, bir gösterişli mutabakatla çözme imkanı yoktur. Bugün Ankara (Beştepe) mutabakatının başına gelen, yarın Soçi’deki imzanın başına gelebilir, şaşırmayalım. Çok istekli olduğumuz Suriyeli mültecilerin geri gönderilmesi biraz konuşulur sonra sönüp gider bunu da hesaba katalım. Dış politikanın parlayıp sönen tabiatını unutmadan, uzun ve sabır gerektiren mesaiyi akıldan çıkarmadan önümüze bakmakta fayda vardır.