Kulaklar duymaya alışkın olsa da Türkiye’nin dünyada ilk 10 ekonomi içine girmesi, heyecan verici bir hedef olmanın ötesinde hesap kitap işidir. Hesap kitap yetmez, potansiyel ister; konjonktüre bakar, “siyasal istikrar” ve üretim disiplini gerektirir. İyi bir eğitim, güçlü bir hukuk sistemi, ifade özgürlüğü zaten gerekir. En başta da ne yaptığını bilmek gerekir. Dilediğini yapıp, zamanı ve kaynakları istediğini gibi kullandıktan sonra ilk 10’a girmek şöyle dursun, şimdi olduğu gibi ilk 20’nin de çıkış kapısına dayanırız.
İşler kötüye gittikçe hedeflerin daha da büyümesi tesadüf değildir. İktidarlar toplumu gerçeklerden uzaklaştırmak için, bugün olduğu gibi her krizde daha yüksek hedef ilan eder. Böylelikle bazılarının iştahı kabarırken, bazıları da işlerin hiç de kötü olmadığını zannedebilir. Durum o kadar tatsız değil ki ilk 10 ekonomiden söz edilebiliyor, diye düşünürler. Zamanı geldiğinde hedeflerin tutmaması mesele değildir. Nitekim, kapısına dayandığımız 2023 yılana dair 25 bin dolar kişi başı geliri, 500 milyar dolar ihracat ve yüzde 5 enflasyon hedeflerinde tamamen yanılmış olmak da en nihayet birkaç mazeretle izah edilebiliyor.
Malum, Türkiye kırk senedir dünyanın ilk 20 ekonomisi içinde bulunuyor ama büyük laflara, afra-tafralara rağmen bir türlü uzamıyor, aksine kısalıyor. İlk 20 ekonomi içinde olmak kişi başı gelirde ilk 20’de olmak değildir, onu da bilelim. 2011’de o listede 65. sıradaydık, şu sıralar galiba 71 veya 72’ye geriledik. Diğer listelerdeki sıraları ise hiç konuşmayalım.