Kilit ülke olmak; yani bölgesel ve küresel meselelerde çözümün odağında bulunmak büyük bir avantaj ama aynı zamanda eksiksiz itina gerektiren ağır da bir yüktür. Süper güçlerin sorun çözmek yerine gelişmeleri idare etmek ve olup bitenden istifade etmeye odaklı bir politika izlediği dönemlerde ise her zaman ezilme tehlikesi vardır. Siz “ittifak” ve “işbirliği” gibi önemli kavramlara güvenirken süreçler akıl almaz bir tempoyla aleyhinize gelişebilir. Dramatik bir şekilde, aslında bir avantaj olarak hanenizde yazılı bulunan müttefiklik portföyü elinizi kolunuzu bağlayan bir prangaya dönüşebilir.
Türkiye’nin hali hazırda içinde bulunduğu problemler tam da bu açmazın sonucudur.
ABD ile güçlü ve eski bir ittifak ilişkimiz bulunuyor. Bunun anlamı, Türkiye’nin canını sıkacak, güvenliğini riske edecek ve çıkarlarını zaafa uğratacak girişimlerde Washington’un duyarlılık göstermesi ve destek vermesidir. Oysa ortada ne bir duyarlılık ne de bir dostluk gösterici bulunuyor. Obama gitti, umutlar bağladığımız Trump geldi tablo değişmedi.
Rusya ile ileri düzeyde bir ilişki geliştirmiş durumdayız ve bölgesel politikalarımızı neredeyse eşitlemiş noktada bulunuyoruz. Nükleer santral gibi devasa ortaklıklar kurduk ve karşılıklı ekonomik işbirliği hacmini genişletmek için yeterince cömert davranıyoruz. Tabiatı gereği bunun sonucunda da Moskova’dan makul bir diplomatik destek gelmesi gerekir. Aksine, Rusya’nın imza attığı hamleler Ankara’nın çıkarları şöyle dursun, güvenliğini olumsuz etkiliyor.