İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine karşı Türkiye’nin veto yetkisini kullanma girişimi ve bu girişimin ürettiği diplomatik mesai beklenenden kısa sürdü. Bunu, Ankara’nın kesin tavır gösteren tutumuna ve bilhassa Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın aynı kesinlikteki demeçlerine bakarak söylüyoruz. Bu tutum ve demeçlere bakılırsa veto direncinin daha uzun sürmesi beklenirdi. Tersine, liderlerin ilk randevusu olan Madrid Zirvesi’nde problem kolaylıkla çözüldü.
Doğal olarak bu hızlı final, “Kim kazandı, kim kaybetti?” sorusunu da anlamlı hale getiriyor. Yine doğal olarak hükümet, en cömert ifadelerle bunun bir zafer olduğunu söylüyor. Öyle mi acaba?
Baştan bilinmesi gereken şudur: Bu tür krizler çözüme mahkumdur. Mutlaka anlaşmayla biter ve külleri de hızla uçuşur gider. NATO’ya varlık olarak karşı olanlar hariç kimse sürecin sonunda iki ülkenin üye olamayacağı gibi bir düşünceye kapılmamıştı. Öyle de oldu. Daha en baştan çözülmesi garanti bir süreçti, tahminlerin ötesinde kolaylıkla çözüldü.
Şimdi artçı politik dalgaları izliyoruz. Biz dahil üç ülke de zafer kazandığını, süreçten başarıyla çıktığını ve istediğini aldığını söylüyor. Oysa...