Bir yandan Avrupa Birliği üyeliği talebimiz hala güçlü bir şekilde masada, öte yandan bu projenin zıddı BRİCS’e dahil olmak için utangaç girişimlerde bulunuyoruz. Aynı anda Avrupa ile Gümrük Birliği’nin güncellenmesi için müzakere halindeyiz. Öte yandan Türkiye’yi -artık- Batı’ya bağlayan tek sözleşme olan NATO’dan çıkmayı bazen en üst düzeyde konuşmanın lezzetinden vazgeçemiyoruz. İsrail’e karşı bütün insani üniteleriyle direnen tek kuruluş olmasına rağmen Birleşmiş Milletler’i yerden yere vurma alışkanlığından bile vazgeçmiyoruz.
Bütün bu tablonun özeti şudur. Ne yerimizi beğeniyoruz ne de gidecek başka yerimiz var…
Kendimize anlattığımız “oyun kurucu ve vurduğu yerden ses getiren ülke” hikayesine kendimizi de inandırmanın kaçınılmaz sonucunu yaşıyoruz. Muazzam bir kafa karışıklığı ve aynı anda çaresizlik hali.
Türkiye, BRİCS’e elbette üye olabilir. Bir plan, strateji ve vizyon dahilinde adım atarsa bunun faydalarını da görebilir. Mesela, sanayisine, üretimine, tarımına güvenir. Yahut varsa dijital alanda kabiliyetlerini masaya sürer. Onlarda olmayan veya zayıf olan alanlarda gücünü pazarlık konusu yapar; iyi de olur. Ama maksat şu anda...