Hangisini listenin başına koyalım diye düşünürken hayat pahalılığı Türkiye’nin meselelerinin birinci sırasına oturdu, kalkmıyor. Bariz, önlenemez ve can yakıcı bir pahalılık meselesi ve artık hedef tutturulmasından bahsedilemez bir enflasyon gerçeği yaşıyoruz. Rakamlar da inandırıcılığını kaybetti çünkü insanlar her gün markette, bakkalda, kuyrukta, hastanede, bankada; gündelik ihtiyaçları için ödeme yaptıkları her yerde enflasyonu ölçebiliyor. Herkesin kafasında bütçesi ve giderleriyle hesaplanabilen bir enflasyon oranı var. Herkesin ve esnaftan tüccara, sanayiciden ihracatçıya kadar bütün ekonomi aleminin…
Hazine ve Maliye Bakanı sık sık hayat pahalılığının üstesinden gelineceğini söylüyor. Normaldir; ekonominin içinde bulunduğu durumda iyimser olmaktan gayrı başka mesajın faydası yoktur. Günlük ihtiyaçları karşılamakta zorlanan milyonların karşısında makro göstergelerin satır aralarıyla övünmenin manası da yoktur. Cumhurbaşkanı da başlangıç dönemlerinde reddettiği, hatta şikayetlerini abartılı bulduğu hayat pahalılığını kabul ediyor. Son konuşmalarından birinde şöyle diyor: "Ekonomide büyük bir mücadele yürütüyoruz. Dönemsel sıkıntılar kimseyi aldatmasın. Hayat pahalılığı sorununu da kısa sürede aşacağız"
Dönemsel mi, kalıcı mı, yapısal mı, geçici mi… Nasıl tanımlandığı şöyle dursun ama yüksek oranda artırılan asgari ücretin bile ömrünün bir yıl süremeyeceği anlaşıldığına göre problemin derin olduğu aşikardır. Ya da 2020’de geçinebilmek için devletten yardım alanların sayısı 4 milyon 414 bin kişiyken, 2021’de bu sayı 11 milyon 369 bin kişiye yükselmişse başka söz gereksizdir. Yani, Türkiye’de sekiz kişiden biri, yani dört aileden biri yardıma muhtaçtır. 11 milyonu aşkın insan devletten gelecek 550 liranın yolunu gözlemektedir. 2012’den daha kötü geçmekte olan 2022’de kimbilir o yolu gözleyenlerin sayısı kaç kişi olacak?