ABD ve Avrupa’ya yönelik ‘ırkçılık’ eleştirilerine bir başka gözle bakalım.
Durum şu:
ABD ve AB’de ırkçılık, yabancı ve İslam karşıtlığı yükseliyor;
siyasetçiler de buna esir olmuş durumda ve bu gidişatı önleyecek
adımları atmak yerine ‘popülizm’ yapıyorlar!
Kelime kökeninden hareket edersek, halkın, ‘sokaktaki adam’ın duygularının karşılığını vermek diyebiliriz. Basitçe ‘halkçılık’…
O halde ne var bunda?
Siyasetçilerin ‘popülizm’ yapmasından doğal bir şey yok.
Ancak ‘popülizm’e bugünkü anlamını kazandıran ‘karşıtı’, yani‘seçkincilik’…
Krallar, beyler, soylular gibi seçkinlerin yönettiği toplumlarda ‘popülizm/halkçılık’ haliyle iyi bir şey değildir.
Bugün kralların, soyluların yerini ‘siyasi seçkinler’ almış.
Çoğu ülkelerde partilerinin adlarında da ‘halk’ vardır!
Halkçılık yapılacaksa onu da biz yaparız!..
Zira halk bilmez, halka bildirilir!
Halk karanlıktadır, aydınlatılır!
Halk geridedir, ilerletilir!
Halk bilinçsizdir, bilinçlendirilir!
Uzatabilirsiniz…
Bizim siyasetçiler de, diğer birçok kavram gibi bu ‘ithal’ kavramı, karşıtının yarattığı ‘olumsuz’ anlamıyla kullanır.
Gerçekte olumsuz anlama gelmez mi?
Gelir elbette.
Halk, duygularını ve hayati kaygılarını (ekonomi, eğitim, sağlık…) dikkate almayan bir yönetim düzenine ve/veya duygusal ve hayati ayarlarıyla oynayanlara karşı, -daha sonra zararla oturma pahasına- öfkeyle ayağa kalkabilir.
Milliyetçilik ve inanç, halkların ellerinden alınamayacak ilk iki temel değeri, duygusudur.
Ve halklar, değerlerini, sahip olduklarını ve geleceklerini tehdit altında görmeye başladıklarında, ayağa kalkmak için bu değerlerden güç alırlar.
Birileri de bundan yararlanır, bu öfkeye liderlik eder.