Mustafa Kasadar Gazeteoku

İslam Birliği (Hilafet) bir seçenek değil zarurettir

Müslümanlar İslam’ın ilk günlerinden başlayarak tek bir otoriteye itaat etmişeler ve sayıları daha birkaç kişi iken dahi biatlı bir toplum olarak yaşamaya başlamışlardır. Saadet devrinin o kutlu...

11 Eylül 2017 | 274 okunma

Müslümanlar İslam’ın ilk günlerinden başlayarak tek bir otoriteye itaat etmişeler ve sayıları daha birkaç kişi iken dahi biatlı bir toplum olarak yaşamaya başlamışlardır.

Saadet devrinin o kutlu insanları uzun yıllar putperest Mekke devletinin egemenliği altında yaşamış olmalarına rağmen biat ve itaatlerini kendi liderlerine, Allah Resulüne sunmuşlar ve ona itaat etmişleridir. Hicretle birlikte başkenti Medine olan İslam Devleti’nin kurulması ile birlikte de zaten Allah Resulü aynı zamanda devlet başkanı olmuş ve dolayısıyla bu itaat perçinlenerek devam etmiştir. Medine döneminin başlangıcında Müslümanların yaklaşık olarak nüfusun %20’sini oluşturmuş olmalarına rağmen imzalanan Medine Vesikası ile birlikte Medine ‘de yaşayan herkes Allah Resulünün vereceği kararlara itaatle memur kılınmış ve anlaşmazlıkları çözecek nihai mercinin Allah Resulü olduğu bütün kesimlerce onaylanmıştır.

Allah Resulünün ahirete göç etmesinden sonra ise bu biat ve itaat onun yerine geçen halifelerine sunulmuş onlar da bu görevi hakkıyla yerine getirmişlerdir. Raşid Halifelerden sonra hilafet Emevilere, sonra Abbasilere ve sonra da Osmanlılara geçmiştir. Bu durum taki 1924 yılında hilafetin kaldırılmasına kadar devam etmiştir. Yani Müslümanlar ta Asrı Saadet’den 1924 yılına kadar biatlı ve halifeli bir toplum olarak yaşamışlardır.

Pek tabii olarak 1300 yıllık bu uzun süre zarfında hilafet makamı zaman olmuş tüm dünyayı titreten bir güç sahibi olmuş ve zaman olmuş gücünü yitirmiş ve sembolik bir makam haline gelmiştir. Ama her halükarda hilafet varlığını sürdürmüş ve Müslümanların nazarında halife -doğudan batıya, güneyden kuzeye- bütün Müslümanlarca itaat edilmesi gereken tek otorite olarak bekasını korumuştur. Hatta Abbasi hilafeti döneminde ortaya çıkan Selçuklular gibi büyük ve çok güçlü devletler dahi meşruiyetlerini tescil ettirmek için güçsüz Abbasi halifelerine bağlılıklarını bildirmek, emirliklerini oradan onaylatmak gereği duymuşlardır.

Hialfetin ne kadar büyük bir güç olduğunu büyük Osmanlı padişahı İkinci Abdulhamit bu makama oturduktan sonra bir kez daha göstermiştir. Sultan Abdulhamit’i tahttan indime ihanetinin mimarları hain İttihat ve Terakkiciler dahi bu makamı islam düşmanlarına karşı çok etkin bir şekilde kullanmışlardır. Bu anlayış sayesindedir ki Sudanlı Zenci Musa Kuşçubaşı Eşref Bey’in emir eri olarak Teşkilat-ı Mahsusa’da çok önemli görevler ifa etmiştir.

YAZININ DEVAMI

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Bütün fetihlerin anası 27 Aralık 2017 | 230 Okunma Batıla benzeme ve yılbaşı çılgınlığı 25 Aralık 2017 | 134 Okunma Zaferin Yolu Ümmet Birliğinden Geçer 20 Aralık 2017 | 110 Okunma Kudüs işgal altındayken ben gülemem 11 Aralık 2017 | 166 Okunma Kitabın etki gücü ve kitap okutmanın önemi 06 Aralık 2017 | 154 Okunma