Kâbe-i Muazzama biz Müslümanların günde en az beş vakit yöneldiğimiz kıblemiz ve her daim gönüllerimizin aktığı tevhid inancının kalbidir. Burası kendisini ziyarete gelenleri adeta kendisine âşık eder. Daha ilk görüşte insanlar bakmaya doyamazlar. Nitekim Kâbe’yi seyretmek de ibadettir. Hâlbuki bu kutsal mekânın hiçbir mimari özelliği yoktur.
Hacc ve Umre için bu kutsal beldeye gelip Kâbe’ye yönelenler karşılarında yüksek bir dağın üzerinde kurulmuş muhteşem bir bina görmezler. Tam aksine gittikçe alçalan tepelerden aşağıya doğru inerler ve alçaldıkça Kâbe-i Muazzama’ya olan yakınlıkları artar. Kâbe’ye ulaştıklarında da karşılarında siyah taşlardan yapılmış mütevazı bir bina görürler. Sanki bu manzara kendisini ziyarete gelenlere manen yükselmenin yolunun fiziken alçalmada olduğunu telkin eder.
Makbul bir Hacc insanı anasından doğduğu günkü gibi –kul hakları hariç- günahsız kılar. Nitekim Resulullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Makbul bir haccın karşılığı Cennet’ten başka bir şey değildir. Umre de diğer umre arasındaki günahları siler.”
Hacc eda edilirken karşılaşılan manzara tam bir mahşer meydanı canlandırmasıdır. Arafat meydanını dolduran hacılar, mahşer meydanının andırır bir şekilde, baş açık, yalın ayak yalvara yakara Yüce Allah’a dua ederler, afv ve bağışlanma dilerler. Elbette ki merhametlilerin en merhametlisi olan Cenab-ı Hakk bu samimi yakarışları karşılıksız bırakmayacaktır.