Türkiye’nin güvenliği nereden başlar? Ülke sınırlarımızı korumak başlı başına yeterli olur mu? Bağdat, Tahran, Şam, Kahire, Saraybosna, Bakü güvende değilse İstanbul, Ankara, Diyarbakır yastığa başını huzur içinde koyabilir mi? Veya soruyu şöyle soralım; Türkiye Kıbrıs’taki egemenlik haklarından vazgeçerse, bu durum ülke güvenliği açısından ne anlama gelir? Aslında bütün bu soruların cevapları bellidir. Eğer imparatorluk bakiyesi bir devlet iseniz, bazen görmek ve anlamak istemesiniz de, güvenliğinizin ülke sınırlarınızdan başlamayacağı gerçeğinden kaçamazsınız. O yüzden attığınız her adımın bir değil, belki on aşama sonrasını düşünmek zorundasınız.
İşte tam da bu noktada öngörüsüzlüğe bir örnek olarak verilebilecek Kıbrıs’taki 2004 Annan Referandumu’nu hatırlamadan geçemiyoruz. O gün atılan adımın aslında ne büyük bir tuzak olduğunu bugün ortaya çıkan gelişmelerle çok daha iyi anlayabiliyoruz.
Bildiğiniz gibi Kıbrıs’ta 24 Nisan 2004 tarihinde bir referandum yapıldı. Türkiye Evet’i destekledi. Sonuçta Türk tarafı evet, Rum tarafı hayır dedi. Bu neticeyle birlikte uluslararası toplum nezdinde zor durumda kalması gereken Güney idi. Ancak öyle olmadı. Referandumdan hem de bir hafta sonra 1 Mayıs 2004 tarihinde Güney Kıbrıs bütün adayı temsilen Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında AB üyesi yapıldı.
Şimdi hangi konuyu müzakere ederseniz ediniz, ne zaman bir araya gelirseniz geliniz, Rum tarafını bir noktaya çekmeniz mümkün olmuyor. Adadaki askerimizi tartışıyorlar. ‘Kıbrıs artık AB üyesi, sizin garantörlüğünüze ihtiyaç yok’ diyorlar. Ayak oyunlarıyla Türkiye’yi Akdeniz’den çıkarmak istiyorlar. Böyle bir şeyin Türkiye için intihar etmek olduğunu görmezden geliyorlar. ‘Ne alakası var canım, hem Kuzey’deki Türklerin AB pasaportu olmasın mı’ diye algılara oynuyorlar. Sonuç itibariyle “Kazan-Kazan” stratejisi Rumların kazandığı, bizim ise kaybettiğimiz tek taraflı bir oyuna dönüştü. Bu saatten sonra bu şartlar altında belirleyici olmamız mümkün değil. Hiçbir teklifimizi ciddiye almayacaklar. Sürekli top çevirecekler. Kuzey Kıbrıs’a uygulanan ambargonun zaman içerisinde halkı tamamen bezdireceğini ve böylece Rum tarafının tezlerinin kabul edileceğini düşünüyorlar.
Diğer taraftan Kuzey’de halk arasında Kıbrıs’ın yerlisi ve 1974 sonrası adaya yerleştirilenler olarak zihinsel ayrışmalar körükleniyor. Her gün binlerce Türk sınırdan geçerek Rum tarafına çalışmaya gidiyor. Bu durum Türkler arasında Rum tarafına karşı sempatiyi özellikle destekliyor. Rumlar da bu duruma özel önem veriyor. Hangi ırkçı yönetim iş başına gelirse gelsin, Türk işçilere yaklaşım konusunda stratejileri değişmiyor. Kuzey’den iş maksadıyla giriş çıkışlara Güney’den kimse ses çıkarmıyor. Her geçen gün Kıbrıs’ta zemin kayması yaşıyoruz. Zihinleri kaybediyoruz. Sosyolojik yarılmalarla karşı karşıya kalıyoruz. Her bir sözde müzakere bu kopuşları menfi yönde etkiliyor. Şimdi artık Kıbrıs’ta edilgen değil etken bir yol haritasına ihtiyaç var. Bir an önce Kuzey’in Türkiye’ye