Onlar can korkusuyla bize sığınmışlardı. Yerlerinden, yurtlarından edilmişler, birgün belki tekrar döneriz diye umut ettikleri vatanlarından uzaklara düşmüşlerdi. Bu millet onlara kucak açtı. Politik hesaplara, yanlış atılan adımlara, küresel bilek güreşlerine bakmaksızın Suriyeli kardeşlerine el uzattı. Ancak şimdi buna kapkara bir leke sürüldü.
Üstad’ın ‘Saf çocuğu masum Anadolu’nun’ diye tarif ettiği, adını kendisiyle bütünleşmiş ırmağının şahsında bu milletin varoluş mücadelesinden alan güzel Sakarya›mızdaki vahşeti ne tarif etmek, ne de kendimize anlatmak mümkün. Kelimelerin acıya boğulması tabiri bu olsa gerek. Sözün intihar etmesi böyle bir şey herhalde. Bir anne ve iki bebeği. Birisi daha gün yüzü bile görmemiş. İnsanlıktan çıkmış diyeceğim ama içinde insan sıfatı geçtiği için böyleleri için kullanmak bile rahatsız edici. Susmak bir çözüm mü o da belli değil. Bütün duyguların altüst olduğu, dumura uğradığı zaman dilimleri bunlar. Susarken çıldırsak, konuşurken delirsek unutur muyuz acaba bu olanları? Hiç yaşanmamış gibi davransak kurtulur muyuz vicdanlarımızın dinmeyen iniltilerinden?
Bir de acıyı, kederi, utancı katlayan bir şey var ki, o da bütün her şeye rağmen katledilen annenin eşinin Suriye›deki yakınlarına olayı bir trafik kazası olarak anlatma isteği.
Vefanın, edebin ve insanlığın dışa vurumunu tarif edin desek, budur denir herhalde.