Mustafa Kutlu Yeni Şafak Gazetesi

Evlenmek

“Evlenmek” dilimizde nikâhlanmak, karı-koca olmak mânâlarına gelirse de; “ev” kökünden türediği için esasen “bir ev sahibi olmak” mânâsını da taşır. Televizyonda “Ömür Dediğin” adıyla yayımlanan bir belgesel var. Seyredenler biliyor ki dile getirilen hayatların sahipleri yetmişini aşmıştır. Seyirciler arasında o günleri yaşayanlar anlatılanları kendi hatıraları ile birleştirip “ne günlerdi be!” diye iç geçiriyor. Genç seyirciler bu hatıraların ancak hayâlini kurabilir; mânâsını pek kavrayamazlar

22 Ocak 2025 | 0 okunma

https://w.soundcloud.com/player/?url=https%3A//api.soundcloud.com/trac

“Evlenmek” dilimizde nikâhlanmak, karı-koca olmak mânâlarına gelirse de; “ev” kökünden türediği için esasen “bir ev sahibi olmak” mânâsını da taşır.

Televizyonda “Ömür Dediğin” adıyla yayımlanan bir belgesel var.

Seyredenler biliyor ki dile getirilen hayatların sahipleri yetmişini aşmıştır. Seyirciler arasında o günleri yaşayanlar anlatılanları kendi hatıraları ile birleştirip “ne günlerdi be!” diye iç geçiriyor.

Genç seyirciler bu hatıraların ancak hayâlini kurabilir; mânâsını pek kavrayamazlar. Onların yaşantısı ile dedelerinin hayatı arasında aşılmaz mesafeler oluştu.

“Ömür Dediğin”de dile getirilenler “Fakir Türkiye” manzaralardır. İnsanımız bu ve benzeri hayatların mahrumiyetini şiddetle yaşadı. Balkan Harbi, Cihan Harbi, Kurtuluş Harbi derken atalarımız dokuz cephede savaştı. Altmış milyonla girdiğimiz bu savaşlardan, seferberlikten, kırım ve kıtlıktan on üç milyon nüfus ile çıktık. Bunların çoğu kadın, çocuk ve ihtiyar idi.

İnsanımız “azla yetinme ve çileye yatkınlık” hasletini maneviyat ile yoğrulan kişiliğinden alır.

Ona göre “zenginlik” esasen gönül zenginliğidir.

Manzarayı somutlaştırmak için kendi çocukluğumdan, ellili yılların Erzincan’ından bahsedeyim.

Mahallemizde memur, esnaf, tüccar, işçi, zenaat sahibi aileler vardı. Kimsenin evinde beyaz eşya ve mobilya yoktu. Tahta sedir üstünde pamuk şilte. Biraz varlıklı olanlar onun üzerine “sedir halısı” sererdi. Duvara dayalı, bir yüzü halı ot yastıklar. Masa-sandalye yok; yer minderi var. Yemekler “yer sofrasında” yenir. Yemek yapmak ve ısınmak için soba, ocak, mangal, maltız.

İletişim, ulaşım, barınma, sağlık, eğitim vb. kısıtlıdır. Telefon yok mektup var. Bir mahallede bir iki radyo var.

Bir kar yağardı ki aman Allah. Beklerdik bir araba geçsin de izine basa basa okula gidelim. Otomobil yok, fayton var, at arabası var o kadar. Önümüze iri bir çocuk düşer, karı yara yara gider, biz de peşine. Gazeteler posta treni ile üç günde gelirdi. Karasaban, öküz, çarık veya kara lastik, pantolon dizleri yamalı. “Yama” diye bir şey vardı, şimdinin çocukları bilmez.

“Fakir Türkiye” manzarasını uzatmayayım. Lakin “evlilik” kolaydı. Evlenen çift çokluk “Büyük aile”ye eklenirdi. Eğer imkân varsa ayrı eve çıkardı.

Bir kat yatak, bir tencere bir tava, gelinin çeyizi ile ufak kira evine yerleşmek kolaydı. Kervan yolda diziliyor, kimse halinden şikâyet etmiyor, dayanışma sürüyor, komşuluk-akrabalık yerli yerinde bulunuyor, “aza kanaat ve şükür” tam mânâsı ile yaşanıyordu.

Yeşilçam tabiri ile “fakir ama mutlu, onurlu” bir sade hayat. Evlerden soba külü dışında çöp bile çıkmazdı.

Geçen zaman içinde köprülerin altından çok su aktı. Artık bu manzara köylerde bile yok. Türkiye bayağı zenginleşti. Ulaşım, iletişim, eğitim, sağlık vb. düşünün nereden nereye geldi. Su, elektrik, altyapı, doğal gaz. Köylünün avlusunda traktör ile binek arabası yan yana.

Burada duralım biraz.

Evet, o günler geride kaldı. O günden bugüne nasıl ulaştık bunu “Ömür Dediğin” belgeselinde görebilirsiniz.

Ancak geçen zaman içinde “Atı alan Üsküdar’ı geçti”. Sürdürülen “sistem” ile zengin-fakir arasına kilometreler girdi. Birileri şubat tatilinde çocukları da alıp kayak yapmaya İsviçre’ye giderken, karabudun tatil nedir bilmiyor.

İki gönül bir olunca samanlık seyran olmuyor. Ne kanaat kaldı, ne şükür. Devrimizi, zamanımızı en iyi anlatan İbrahim Tatlıses’in türküsüdür: “Ben de isterem”. Böylece tüketim toplumuna ulaştık. Hayat pahalı, geçim zor, “evlilik” göze alınmaz bir girişim oldu.

Gençler evlenemiyor; evlilik yaşı yirmi beşten otuza çıktı.

Nişan-düğün masrafları, takılar, nişan elbisesi artı gelinlik, mutlaka müstakil bir ev, bu evi dayayıp döşemek, kapısına bir araba koymak. Saymayla bitmeyecek bir masraf. Gençlerde isterse üniversiteyi bitirsin bir istikbal endişesi var. Hadi iş buldu diyelim nasıl düğün yapacak?

Ortalıkta bir “özgürlük” lafı dolaşıyor bu da gençleri avlıyor. Geçim derdi, ev hali, gelinin arzuları, hele bir de çocuk olursa. Sorumluluk alamıyorlar.

Evlenmeden evde bekleyen gençlerin sayısı artıyor; bunlara “ev genci” deniyormuş. İş beğenmiyor, her şeyden sıkılıyor ve baba parası yiyorlar.

Zenginleşen, kalkınan Türkiye’nin aile manzarasını nasıl çizelim dersiniz? Enflasyonu bitirelim, sonra düşünürüz. Günümüzün gençleri yarın torunlarına kendi “Ömür Dediğin” belgeselini nasıl anlatır acaba?

İki devri de görmüş, yaşamış biri olarak şunu söyleyebilirim:

Evlenin, çocuk sahibi olun, ailede olan saadet başka yerde bulunamaz.

Ancak tüketim toplumunun girdabına kapılmayan sade bir hayatı hedefleyin.

Hak bildiğiniz yoldan şaşmayın.

Asla gönül kırmayın.

“Ömür Dediğin” çok çabuk geçiyor.

Not: Yazılarımı elle yazıyor, aktüaliteyi takip etmediğim için birkaç yazı biriktirip bilgisayarda dizen arkadaşa iletiyorum. Bu sebeple takdim-tehir oluyor.

Ben bu yazıyı yazdıktan sonra hükumet ailelere ve evleneceklere bir dizi destek verdiğini ilan etti. “Doğum oranındaki düşme”yi konu edinen Yasin Aktay “Kalkınma Modelimizi Gözden Geçirmemiz” gerektiğini yazdı (Yeni Şafak, 15 Ocak 2025).

YAZININ DEVAMI

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Evlenmek 22 Ocak 2025 | 215 Okunma Kim bilir? 15 Ocak 2025 | 136 Okunma “Büyülü fener”in ışığı 08 Ocak 2025 | 133 Okunma ‘Kötü’nün müşterisi 01 Ocak 2025 | 123 Okunma Telefon aşkı 25 Aralık 2024 | 492 Okunma