Arabayı sağa çekip durdu. Yanındaki kadın “Niye durdun?” diye sordu. Başını çevirmeden “Duymuyor musun salâ veriliyor” dedi. Kadın şaşkın “Salâ da ne demek?” Bu defa başını çevirdi. “Biri ölmüş, cenazesine çağırıyorlar” dedi. Kadının yüzü düştü: “Aman, ölümden bahsetmenin sırası mı şimdi” dedi.
Müezzinin sesi bayağı yanıktı. Adamın gözleri doldu. Kim öldü acaba, Şekerci Sıtkı mı, Yorgancı Hafız Yaşar mı? Yol kenarındaki bir yabani sarmaşık çiçeği maviye çalan beyaz yüzünü kaldırdı. “Ne Sıtkısı, ne Yaşar’ı kardeşim. Onlar öleli seneler oldu”.
Salâ bitti, araba yürüdü.
Adam, “Bari tahta minareyi göreyim” dedi, sokak arasına daldı. Kadın “Bu sokaklar ne kadar dar” diye söyleniyor, endişeyle sağa sola bakınıyordu. Adam “Eskiden burası gecekondu idi” dedi.
Köşeyi dönünce tahta minareli minik mescit gözüktü. Adamın yüzünde bir gülümseme, yıllar sonra bir dostuna rastladı.
Biraz hırpalanmış mescit, sanki sağa doğru kaykılmış. Arabadan indi, kadının şaşkın bakışları altında mescide doğru yürüdü. Bitişiğindeki çeşmeye vardı, musluğu açtı su...