Toprak uyandı. Çimen, çiçek göründü; tomurcuk patladı. Kuru yer, kuru dallar canlanıverdi. Yaprağın yeşili nasıl da parlıyor, baştan ayağa beyaza bürünmüş şu erik ağacı ılgıt ılgıt esen yele neler söylüyor, kuşların cıvıltısı böcek seslerine nasıl karışıyor, derecikler hangi ilâhiyi mırıldanıyor? Şu sevdalı bulut nereye gidiyor?
Dağ nasıl yumuşuyor, güneş nasıl ısıtıyor, tabiat bir “ân”dan, bir “ân”a nasıl geçiveriyor. Bütün mahlukat nasıl nefes alıyor; nasıl hep beraber kıyama kalkıyor, rükuya varıyor, secdeye kapanıyor?
Bir mucizenin orta yerindeyim. Yalnızım.
Bir çayırı yarıp geçen patikanın orta yerindeyim. Ayakucumda karıncalar, etrafımda arılar, kelebekler.
Öylece hareketsiz, büyülenmiş bir hâlde ürperiyorum. Varlığının farkında olamayacak derecede kendini karşısında bulunduğu şeyin heybet ve cazibesine kaptırmış durumdayım.
Boyun bükmüş, teslim olmuşum. Bu harikulâde oluşumun her noktası, her zerresi, her görüntüsü, her salınışı, her sesi, her kokusu beni heyecan, saygı, sevgi ve korku ile sarıp halsiz bırakıyor.