Geçen haftaki yazımızın gayesi elbette ki bir “konferans veya kongre” için toplanmak değildi.
Nedir peki?
Seçkinlerimizin harekete geçmesidir. (Hemen itiraz edip “Seçkin kim, hele bize iki isim söyle” diyerek işi yokuşa sürmeyin. O belki de sizsiniz). Müdafayı Hukuk veya 15 Temmuz ruhu gibi. Bizim mücadeleye girerken sırtımızı yaslayacak madde temelli bir gücümüz yok. Neyimiz var? Kelle koltukta üç gün savaşıp Bağdat’ın kapısını açan Genç Osman’ımız var. Dudak kıvırıp “Bu bir menakıp” demeye kalkmayın, yakanıza yapışıp Bedir’den Çanakkale’ye, oradan İstiklâl Harbi’ne kadar sayabiliriz.
15 Temmuz’dan önce yaklaşan tehlikeyi sezmiş olmalıyım ki “Türk” başlıklı bir metin yazmıştım. O yazıdan birkaç satır:
*Kimsenin adamı değilim. Adımı duvarlara yazmasınlar. Ne CHE kadar yakışıklıyım, ne ABD kadar vahşi. Kendi halinde biriyim.
*Beni denemesinler. Kimbilir ne kadar kuvvetliyim. Ringe çıkarsam eğer. Vurduğumu devirebilirim.